Aralık 21, 2016

Alüminyum folyodan bir gemi yapsaydık..

Helloö!
Bugün bizim uşaklarla bir takım çalışmalar yaptık. Özetle anlatacağım bu sefer, çok detay vermek yaratıcılığı olumsuz etkiliyor bence. Boşlukları öğretmenler/anneler/babalar tamamlasınlar efendim =))

Bugün Roald Amundsen’in hikayesiyle başladık. Yine bilim çocuk dergisinden buldum. Allah razı olsun şu dergiye emeği geçen herkesten. Her noktası ayrı güzel ayrı verimli bu derginin. Bu kez, derginin kendisini getirdim sınıfa. Zaman zaman durdurarak okuduk Roald’ı. İlkokul sıralarından başlayan bir merakla, bilmediği kıtalara keşif yolculuğuna çıkmış cesur bir bilim insanı. Roald’ın ardından, yine güney kutbuna giden Türk bilim insanlarının resimlerini gösterdim. Resimlerine bakarak ne üzerine çalıştıklarını bulmaya çalıştık. Kimi canlılar üzerinde, kimi ise buzulların boyutları ile ilgileniyordu. Hikayenin sonunda Roald’ın hazırladığı gemi ile 6 ay yolculuktan sonra Güney Kutbuna vardığı ile son buluyordu. Bende öğrencilere, bugünki deneyin sonunda bir gemi tasarlayacaklarını ifade ederek bu kısmı tamamladım.



Sınıftan topladığımız malzemeleri suda yüzer mi yoksa batar mı diye tahmin ettik. Yazıyla işler zor olunca, çözüm olarak oyuncakları sadece kartonun üzerine çektik.

Ardından su dolu kovamız ile tek tek denememizi yaptık. Batar dedikleri oyuncaklar yüzünce, bizim çocuklar şok =)

Deneyin sonucunu veri tablomuza resimleyerek not aldık.
Daha sonra modelimize için malzemelerini verdim. İsterseniz malzemeleri arttırırız, isterseniz azaltabiliriz diye belirttim. Önemsediğim noktaları da başlamadan söyledim. Suda yüzmesi gerekiyor, ve herkes kendi tasarımını yapmalı deyip kendi hallerine bıraktım.
“iğritminim bin yipimimmmm” diye mızırdayanlar oluyor, olacak  =)) Fekat, umursamayın, yaşasın kötülük. Öyle değil tabi, umursadım, yaparsın sen ooo sen mi yapamıcaksın dedim. Hemen güvene geldi çok şükür. Ama yardıma ihtiyacınız olursa ben buradayım dedim. Bantlarını kesmek, ucundan tutmak gibi yardımlarda bulundum. Ama canım çocuklar, nasıl yapıcam diye fikir bile sormadılar. Kafalarında belirlediler. Ve modellerimiz;




Tüm modeller yüzdü, ben tasarımlarını da çok beğendim. Yaratıcı öğretmenler, yaratıcı çocukların gelişimine katkıda bulunurlar. Çok şükür, hep alnımız ak çıktık derslerden ;)


Anne/babalar ve öğretmenlere son küçük önerim, çocuklar alüminyum folyo, pipet, plastik bardak gibi birkaç aletle sevinebilen varlıklar. Suda yüzen gemilerini görünce inanılmaz sevindiler. Ben de çok sevindim valla =)) Üstelik bu gibi deneyimler, bilimsel ve mühendislik anlamında da zihinsel gelişimlerini sağlıyor. STEM, Türkçesiyle FETEMM olan Fen Teknoloji Matematik ve Mühendislik çalışmaları günümüzde oldukça populer. Hala üzerine çalışmalar sürüyor. Siz de bu eğitim yaklaşımını birkaç küçük aletle evinize taşıyabilirsiniz. 

Roald Amundsen misali, bilmediğimiz, ayak basılmayan kıtalara adım atacak cesaretimiz varsa, bilime devam..

Sevgilerimle (: 

Aralık 18, 2016

Kaşık mı Deneyi???

Merhaba ^.^

Bugün yeni bir deneyle devam ediyoruz. Yine malzemeleri herkesin evinde, okulunda bulunan kolay malzemeler. Üstelik bilimsel pratiklere dayandırıldığında da gayet iyi işliyor..

Bu hafta çocuklarda çokça fark ettiğim bir problem üzerine neler yapabilirim diye düşündüm. Siz de birkaç çocukla konuşsanız zihinlerindeki bilim insanı algısını hemencecik ortaya çıkarabilirsiniz. Çocuklar genelde bilim insanını, doğa üstü işler yapan, sihirli robotlar geliştiren varlıklar olarak tanımlıyorlar. Bunun yanında, çoğu insan olduğunu bile düşünmüyor. Yani somut bir fikir bir türlü oluşmuyor.

Bu algıyı yenebilmek için yurt dışında bir örnek görmüştüm. Youtubeda bir seri halinde “astronotlar uzayda nasıl yaşıyor” ile ilgili videolar var. Onların da bizim gibi bir insan olduğunu, yemek yediğini, dişini fırçaladığını gösteren gayet günlük videolar bunlar. Çocuklar için de etkili oluyor. Zihinlerinde somut bir şey haline geliyor böylelikle. Bence en önemli bir diğer yanı da bilim insanı olmayı hedefi haline getirebiliyor. Çünkü ne kadar ulaşılabilirse, o kadar hedeftir. Zira bu astronot videolarından ve derslerinden sonra, ben astronot olucam öğretmenim diyen pek çok mini minnak öğrenci gördüm.

 Bu sebeple ben de bir bilim insanıyla başladım derse. Konumuz iletken ve yalıtkan olunca, Benjamin Franklin olmazsa olmazdı. Bilim çocuk dergisinin ( bu ülkenin en güzel şeylerinden biri bu dergi) , Simit ve Peynir ile Bilim insanı öyküleri diye bir kısmı var. O bölümde pek çok bilim insanına yer veriyorlar. Benjamin’in olduğu bölümü bulup indirdim ve bir poster haline getirdim, fotoğrafta gözüktüğü gibi. Hikayeyi de onları meraklandıracak şekilde okudum. Güzel sorular sordu çocuklar..
-Öğretmenim, Benjamin kız mı erkek mi?
-Benjamin nerede doğmuş?
-Neyi bulmuş? ..
Benjaminin hikayesini okurken bir kısmı anlatmadım.(Foto dersin sonunda çekildiği için tüm bölümler açık ama aslında bir parça arka yüzünden yapıştırılmıştı) Şöyle ki, Benjamin uçurtma ile yağmurlu ve bol yıldırımlı bir günde bir deney yapıyor. Uçurtmasına bir anahtar takıyor. Amacı anahtarın, iletken olup olmadığını belirlemek. Ben çocuklara uçurtmasına ne taktığını söylemedim, bunun yerine yaptığınız deneyin sonunda ne kullandığını siz tahmin edeceksiniz dedim.

Ardından onlara malzemeler verdim. Plastik, metal ve tahtadan olmasına özen gösterdiğim oyuncak, kalem, kutu, kaşık gibi malzemeler bunlar. Ardından iki tane grup yapmalarını istedim. Yönergemi verirken, “ önünüzdeki malzemeleri en çabuk ısınanlar ve çoook yavaş ısınanlar olarak iki gruba ayırın” dedim. Kafalar biraz karışmıştı tabi, aynı grupta hem metal hem tahta hem de plastik görmek mümkündü.

Yaptıkları sınıflandırmayı anlamaları için bir deney yapmaya karar verdik. Plastik, tahta ve metal kaşıklara aynı boyutta margarin koyduk ve aynı sıcaklıktaki suyun içine bıraktık. Tahminlerini dinledim. Sizce, hangi kaşık en çabuk kaydırır bu yağı? Hıphızlı ısınıp en tepedeki yağı kaydıran hangi kaşık olabilir?  Çocuklar plastik ve tahtaya yöneldiler. Bir tanesi demir kaşık dedi.. Sonra koyduk önümüze kaşıkları gözlem yaptık. Aa ne görelim J Metal kaşıktaki yağ 5 dakika içerisinde kayıverdi. Bizde 1. Kaşıkkkkk… Metaaaaalll diye kutladık. Deneyimizin sonucunu da yine not aldık.


Sonra onlara bir model yapmalarını istedim. Kendi hayatlarını da içine katmak için, evinizde ısıyı hemencecik ileten bir malzemeyi çizmelerini istedim. Aman efendim, tost makineleri, çaydanlıklar, tavalar J Pek güzel modellemeyi yaptık.

En baştaki soruya döner isek, Benjamin ne kullanmış olabilirdi? Bir plastik mi? Bir tahta mı? Bir metal mi yoksa? Tabiiiki demir öğretmenim deyince bir mutlu oldum tabi.Sonra tahmin ettiler ama anahtar akıllarına gelmedi.  Hikayeyi de tamamladık, dersi de..

Hem bilim insanını hem bilimse pratikleri içine kattığımız, zihinlerin bol bol çalıştığı güzel bir ders oldu. Bu ve bunun gibi pek çok deney var piyasada. Önemli olan deneyin içeriğini zengin tutmak. Bilimin doğasından uzaklaşmadan, tahmin ettirerek, veri toplayarak, kendi yaşamından örnekler katarak zenginleştirebilmek asıl olan.


Çocuğun gelişimine önem veren, dersine bilimi katan anne/baba ve tüm öğretmenlere sevgi ve saygıyla .. 

Aralık 09, 2016

Waldorf Eğitiminden Bilim Eğitimi ve Yaratıcılığa Dair Örnekler

Yine mi Waldorrfff :P 

Evet çünkü bu sefer bir başka açıdan bakacağız Waldorf’a. Bilim eğitimi ve yaratıcılığa olan etkisi neymiş bir inceleyelim, görelim.

Daha önce de söylediğim gibi kaynak kitabı öğrencinin kendisi tarafından yapılan bir okulda muhakkak ki yaratıcılık hat safhadadır. Peki bunu nasıl sağlıyorlar? Hemen söyleyelim, tabii ki okul öncesinde çocuğa sundukları ortam ile. Belki pek çoğunuzun aklına, çeşit çeşit oyuncaklar, bebekler, arabalar gelmiş olabilir. Aslında yanlış da değil ama öyle düşündüğünüz gibi elektrikli araba, kumandalı araba, Sindy bebek değil bunlar. Waldorf’ta kullanılan bebekler bezden, arabalar kütükten =)

Waldorf’a göre 3 ay- 4 yaş grubu için çok fazla detaylı ürünler uygun değil. Bu yüzden eli kolu ağzı burnu belli olan, yüzünde belli belirsiz bir ifadeye sahip bez bebekler bu yaşın oyuncağı. Bu oyuncakları bez ve keçe kullanarak yapmışlar, yapılışını kitapta göstermişler, azıcık eli becerikli tüm anneler yapabilir. Kız erkek fark etmeksizin tüm çocukların bebekle oynaması gerektiğini söylüyorlar, katılıyorum =)

Bir diğer oyuncak yine keçe ile yapılmış yer kuklaları. Özelikle 3ay-4 yaş grubundaki çocuklar için taklit etme, rol yapma, ilişkiler kurma önemlidir. Evcilik oyunu da bunların gelişimi için biçilmiş kaftandır. Bu oyunlarda kuklalardan yararlanabilir, isimler verebilir, onları konuşturabilir.




Benim beğendiğim bir diğer uygulama da duvar panosu. Bir bez üzerine keçelerle yapıştırılıp çıkartılabilecek, düğmeli, boşluklu şekilde dizayn edilen pano çocuğun hayal gücünü geliştirecek, hikayeler oluşturacaktır. Bunun gibi örnekleri Türkiye’de yapanları görmüştüm. Hatta keçeden kitap dizayn eden öğretmenler/anneler vardı. Hem yapıştırıcıyı açma kapama, düğme ile uğraşma küçük kas hücrelerinin de gelişmesini sağlayacak, minik parmaklar daha aktif hale gelecek J

  
Yandaki resimde ise bir alan oluşturmuşlar. Oyuncak bebekler için yatak, ya da her hangi bir oyun için yuva olabilir. Ben bunu sevdim fakat aslında bu bizim beşiklerimizden farklı değil ..

Bu örneklere kütüklerin yan yana dizilmesiyle oluşan trenler, dal ve kütük parçalarıyla oluşturulan çitler, kurdeleler, kumaş ve tül parçalarını da eklersek çocukların ne oyunlar hikayeler ürettiğine şaşkınlıkla izleriz bence.. Ne demişler, less is more .. Az, çoktur aslında ;)

Gelelim bilime ^.^ Valla nasıl uyguladıklarını gözümle görmedim ama kitap ve makalelerine bakınca nasıl  bir fikirde olduklarını anladım. Keşfetmeye fazlasıyla önem veriyorlar. Doğanın içinde ve doğal bir akışta bilim öğrenilmesini sağlıyorlar. Örneklerle izah edelim şimdi.

Çocukların duyularının gelişimi çok önemli, bu yüzden onlara olabildiğince malzeme sunarak keşfetmelerini sağlamalıyız. Waldorf’ta sesi keşfetmesi için yine ağaç dallarından yararlanmışlar.  Beşiklerin başına görsel ürün asılması için yine doğa ürünlerinden yararlanmışlar. Aman bırakın plastik hayvanları, asın yaprakları ^.^
Bu kısım pek hoşuma gitti. Zira fen eğitiminde gündem konusudur STEM eğitimi. Yani Fen, Teknoloji, Mühendislik ve Matematik bütünlüğü. Bu anlamda mühendislik çalışmaları önemli bir yer tutuyor. Ve Waldorf bizi yine şaşırtmıyor, denge ürünleri için yine tahta blokları tercih ediyor. Kitaplarında, ağaçların parçalarını kesip zımparalayın diye kolaycacık anlatıyor. Köye yolu düşen, marangoza yakın olanlar kendi ürünlerini yapabilirler zannımca.



Ve mıknatıs :) Benim de dersimde kullanmayı planladığım bir oyunu görüyoruz yan tarafta. Keçeden balıklar, dallardan oltalar yapıp uçlarına mıknatıs eklemişler. Mıknatısın çekim kuvvetini böyle bir oyun içinde defalarca deneyecektir bir minik :]

Paraşüt yapımını belirtmişler kitapta. Ben de yer çekimi konusunu işlerken okul öncesi ekibiyle bu paraşütten yapmıştım. Sandalyelere çıkıp havadan aşağı doğru atmıştık paraşütlerimizi. Aynı anda aynı seviyeden attığımız objelere göre daha yavaş salına salına düşmüştü yere. Bu gözlemi yapmaları bile onların beyninde yeni nöronların oluşmasına, yeni deneyimlere ve meraklara sebep olacağından eminiz.


Bir de dalları silikon ile yapıştırılmış bir sandal var anlatmak istediğim. Suyun kaldırma kuvvetini anlatırken, çeşitli nesnelerle yüzme batma denemeleri yaptırabilirsiniz. Ardından da böyle bir sandal modellemelerini isteyebilirsiniz. Bi kaç hafta sonra bu dersi gerçekleştireceğim inşallah, paylaşırım ^.^


Son bir =)  Keçeden oluşturulmuş top ile oyuna da önem veriyorlar. Bunu da bilim içine alıyorum çünkü top ile oynamak kuvvet konusunun kendisidir. Şiddeti, yönü, şeklini değştirebiliyor muyuz topun? Ne kadar şiddetli atarsak daha uzağa gider? Ya da yakında bir hedefe atabilmek için ne kadar yavaş atmalıyız? Tüm bunlar basit top oyunlarında keşfedebilir. Ayrıca karşılıklı olarak oynadığında, el göz koordinasyonu da gelişecektir.

 Waldorf bol bol doğa gezileriyle de destekliyor bilim eğitimini. İçerikler güzel, uygulamayı da göreceğiz inşallah =)

Üreten, okuyan, araştıran tüm anne/baba ve öğretmenlere sevgilerle :)


Aralık 08, 2016

Waldorf Eğitimi Üzerine


Okul öncesi eğitimine olan merakımdan mütevellit ülkemizde de olan bazı anaokulu türlerini araştırmak istedim. Fekat buna ülkemizde olmayandan başladım =))Ve işte.. Waldorf !

Waldorf ile ilgili yapılan çok fazla araştırma yok. Olan araştırmalarda da devlette okuyan öğrencilere göre istatistiksel fark oluşturacak şekilde daha yaratıcı oldukları ortaya çıkmış. Aynı zamanda dil ve matematik eğitiminde de %75, %65 oranlarıyla daha iyi sonuçlar elde ettikleri belirlenmiş. Nitel olarak yapılan bir araştırmada da vakitlerini televizyonla geçirmeyen, üretici ve sosyal bireyler olduğu belirlenmiş. O zaman bakalım bu birey nasıl bir eğitim almış;
Waldorf, doğa etkinliklerini okulun merkezine aldığı için dikkatımı celbetmişti. Bunu yanında okulda hiçbir teknolojik ürünün olmaması, kaynak kitap kullanmamaları, sınıf ortamındaki o otantik doğanın içindeymişsin hissi bende bayağı merak uyandırmıştı. Bu merakla bende makaleler ve kitaplardan yararlanarak eğitimin felsefesi, uygulamadaki etkinlikleri hakkında bilgi edindim, burada da genel halleriyle paylaşayım diyorum.

Şimdi.. Efendim bu eğitimin başlangıcı Rudolf Steiner’a dayanıyor aslında. Kendisi, filozof ve eğitimci yanının ağır bastığı bir bilim insanı. Kaynaklara göre eğitimin kurulması 1. Dünya savaşının ardından ortaya çıkan bir fikirdi. Steiner’a göre yeni insan yaratmak ancak eğitimin yenilenmesiyle mümkündü. Bu amaçla duygu, irade ve düşünce bütünlüğünü koruyan bir eğitim düzenlemek.

Bu eğitim bazı temel ilkelere dayandırılmış.
Mesela ne öğreteceklerine değil de, öğrencinin ne öğreneceğine odaklanıyorlar.
Ayrıca din, dil, ırk fark etmeksizin tüm insanlığa kapılarını açık bırakmışlar. Bunun örneklerini etkinlik kitaplarında da gördüm. Örneğin çocukların oyuncaklarında, etnik kıyafetli çocuklara, esmer tenlere, turuncu saçlara yer verilmişti.

 Bunun yanıda özellikle “ritim” duygusuna çok önem vermişler. Onlara göre doğada nasıl bir döngü ve düzen var ise, ve bu da bize rahatlatan bir faktör ise çocuk da aynı şekilde ritim ve düzene dayalı bir eğitim almalı. Yani, günün akışını çocuk bilmeli; sabah ana ders ile başlanır, sonra oyun vakti gelir, sonra yemek yenir gibi. Ya da günlere vurduğumuzda, pazartesi yemekte sebze günü, Salı et günü gibi. Hatta demişlerki, evlerinizde de böyle bir düzen olsun. Haftasonu çocuğunuzla bahçe aktivitesi, Pazar günü ütü günü gibi.  

                             
 Sonra, efendim bu okulda yönetici yokmuş.Öğrenci ve öğretmenin birbirine üstünlüğü yok, bi hiyerarşi olmadığı için yöneticiye de ihtiyaç yokmuş. ( Bunu tuttum :P) Bu felsefe, bizim üniversitede çokça dile getirilen bir konudur. Pek çok hocamızın çok güzel örnekleri vardı somut olarak gördüğüm. Mesela masanın başına değilde, bizlerin arasına oturan bir hocamız vardı, pek bi severdim bu hümanistik tavırlarını.

Değerlendirme sistemi ise, notlardan değil de gelişim raporlarından oluşmakta imiş. Bu konuda kafamda soru işaretleri var aslında. Notu ben de sevmiyorum ama bu sefer ölçme ve değerlendirmelerinizi çok sağlam yapmalısınız, o raporları gerçek bir araştırmacı gibi verilere dayandırarak yazmak lazım. Gözlemler, anekdotlar, ölçekler çok iyi kayda alınmalı vee bence okul ortamında bunun gerçekleşmesi bana inandırıcı gelmiyor.

Son olarak da hayal gücü ve yaratıcılığa önem veriliyor. Hatta fazlasıyla önem veriliyor. Bir okul düşünün, kitap yok. Öğrenci kendi kitabını kendisi üretiyor. İster resim, ister şarkı, ister el işi ile konuyu kaydediyor. Çünkü Steiner diyorki her çocuk öğrenir, ama farklı yollarla öğrenir. Burada öz düzenleme becerisine de değiniyor aslında. Ben katılıyorum bu ilkeye de, şahsen geleneksel yöntemle öğrendiğim konuları evde resimle, kısa notlar tutatak, renkli kalemlerle kavram haritaları oluşturarak öğrenirdim, hala da öyle öğreniyorum.

Velhasıl, genel itibariyle eğitim böyleymiş.Grdüğünüz gibi yaşamın içinden, yaşamın kendisi olan bir ortam sunulmuş. Doğaya ait olmayan hiç bir şey yok. Ne süslü oyuncaklar, ne de abartılı harcamalar. Hatta, Waldorf öğretmenlerinden biri demiş ki, bir çocuğu geliştirmek için bir kaç bez parçası, kurdeleler, kütük parçaları yeterlidir. 

Bir sonraki yazıda sadece bilim ve yaratıcılık yönüne odaklanacağım. Umarım bir gün yerinde uygulamaları görmek de nasip olur ^.^ Allah Kerim <3


Aralık 04, 2016

Bilimsel Pratikler ile Bir Mum Deneyi

Heyecanlı Araştırmacıdan Selamlar!
Bazı insanlar virvir virvir edip durdular, ayy tatlığğm seni discourage etmek istemem amaaa anaokullarıyla bu iş çok zoorrr dediler, ağızlarından çıkanı kulakları duymadı fekat buradaki öznenin ben olduğumu unuttular.
Efendim biz araştırmacıyız, cesur olmalıyız. Denemek ve görmek zorundayız. Olursa ne tatlı ne hoş, olmazsa başka yollar düşünmeliyiz. Ne yaparsak yapalım yeter ki geri çekilmeyelim artık. Üretmek ve faydalı olmak için bunca yıl okuduk, okumaya devam ediyoruz. O kadar okuduktan sonra “bu yaş grubu anlamaz, bu yaş grubu ifade etmede zorluk çeker” diye kendimize setler çekmenin bi anlamı var mı? Bence yok, hiç de olmamıştı zaten çok şükür.  
       
Velhasıl biz ilk dersimizi gerçekleştirdik. Bu dersi bilimsel pratiklere dayanarak sürdürdük. Bunları tahmin, gerçek yaşam, aktivite, data, model, açıklama olarak sıralayabiliriz. Tabi süreç boyunca çocukların hem kendi aralarında hem benimle bir tartışma ve fikirlerini açıklayabilme ortamı sundum. Bunu yaparken resimde gördüğünüz gibi bir tablo hazırladım ki hangi basamakta olduklarını anlayabilsinler.. Kenardaki kız ve erkek çocuğu da bulunduğumuz basamağın yanına koydum, iyice görselleştirdik anlayacağınız. Buarada kız-erkek çocuğu beyaz önlüklü bir tip yapmadım bilerek, bu çok karşılaştığımız bir kavram yanılgısı çünkü. Bilim insanı illa beyaz önlük giymek ve laboratuarda çalışmak zorunda değildir. Bilim doğanın ve yaşamın kendisidir. Bu felsefeyi aşılamak için kız-erkek çocuğunu da doğal halleriyle resimledim. 


Dersimize bir oyun ile başladık. Oyun, kullandığımız ışık kaynaklarıyla ilgiliydi. Yere yapıştırdığım resimlerin üzerine sorular sorarak tahmin edip zıplamalarını istedim. Böylelikle gerçek yaşamlarıyla bağlantı kurmalarını sağladım.Sorularım;
-bizi ısıtan ve ışık veren gök cismi nedir?
- geceleri gökyüzünde parıl parıl parlayan çok sayıda gök cismi hangisidir?
-eski yıllarda insanların evlerini aydınlatmak için kullandıkları, bi ip yardımıyla yanan madde hangisidir? ….
Diye devam ediyor J Bu sorularla oyun oynamak aktif olarak katılım sağladığı için dersi olumlu etkiledi, gayet görevlerine odaklanmış halde sürdürdüler. Ardından bu malzemeleri buluş sırasına göre sıraladık. Bilim insanlarının ateşten, muma, gaz lambası ve ampüle kadar olan yolculuğunda çalışmalar yaptığını vurguladık.

Ardından, eski yıllarda kullanılan bir malzeme olan mum ile deney yapacağımızı söyledim. Mum nasıl yanar diye sordum, çakmakla dediler =)) E çakmak yetiyor mu dedim, yeter dediler. Vay efendim öyle mi dediniz deyip bir kavanoz aldım elime. Bu kavanozu ile yanan mumun üzerine kapatsam ne olur diye sordum. Kimi yanar kimi yanmaz dedi. Hatta biri, havasız kalır bu yüzden söner dedi..
                           

Önce küçük bir kavanoz ile kapadık. Söndüğünü gördük. Sonra daha büyük bir kavanoz ile denemek istedik. Ne olabileceğini tahmin ettik, istisnasız hepsi daha uzun süre yanar dedi =) En son olarak daha büyük bir kavanoz ile denedik ve tahmin ettikleri üzere bu sefer daha da uzun süre yandı..

Tahmin ve deney basamaklarını bu şekilde tamamladıktan sonra, veri toplama kısmına geçtik. Telefonun kronometresini açıp her bir kavanozun ne kadar sürdüğünü belirledik. 6, 13 ve 17 sn sürdüğünü kaydettik.  Kaydettiğimiz süreleri bir tablo ve ponponlar aracılığıyla görselleştirdik.
Sonra çocuklardan gönüllü olanları tahtaya, data tablosunun yanına alıp açıklamalarını istedim. Sorular sorarak interaktif bir şekilde sürdürdük ve tamamladık =) 

Aa UNUTMUŞUM! =)) Bir de modelledik , raporladık;


Oluyor muymuş dostlarım? Evet oluyormuş. Haydi sağlıcakla =)

Kasım 21, 2016

Başlangıç

Başlangıç
Şimdi bugünü, en güzel günlerin başlangıcı kabul ediyoruz. Çünkü yine tevekkül etkisi çiçekleniyor yüreğimizde. Çok garip tevafuklar zinciri var şuan hayatımda. Zamanlama oldukça iyi.. Şimdi özetle;

Döneme tezin yoğun çalışmalarıyla başladım. Tez zaten zor iş, danışman ile  daha da zorlaştı. 
Kendimi onun imzasına bağlı(!) hissettiğimden, karşısında sustum, ezildim, büzüldüm, horlandım. Yine “ruhum dar bir şeridin içinden geçiyor” gibiydi. Sonra resim derslerine başladım, biraz havayı değiştirmeye ihtiyaç vardı zira. Dünyanın en pozitif insanıdır resim hocam, canım. Bana iyi geleceğini biliyordum, öyle de oldu. Renklerle onardı ruhumu resime geldiğim vakitlerde. Sonra fotoğraf kursuna gitmeye başladım. Alan dışında işlerle ilgilenmek de iyi gelir diye düşündüm. Orda da güzel bir hocayla tanıştım bu sayede. Hayatı olumlu yaşayan, güzel enerjilere inanan.. Bakış açımı açtı, omuzlarımın dirilmesine vesile oldu. Sonra, “Pardon, bi Dakka!” dedim hayatımdaki gidişata..

Tez sunumu yaklaşıyordu bir yandan. Masamı temizledim, kitaplarımı düzenledim. Bilgisayarı açtım ve “Gerçekten iyi bir çalışma yapmak istiyorum Allahım, gerçekten faydalı olmak istiyorum.” Dedim, hazırlıklarımı yaptım. Danışmanın da beni germesine sonsuza dek izin vermeyeceğime dair söz verdim. Bu kararlılıkla sunuma çıktım, alnım ak, omuzlar yüksek, ‘ben bu konuyu biliyorum çünkü sabahlara kadar çalıştım’ inancını sesime yükleyerek, güç ile.. Sunumum oldukça beğenildi, danışmanın en ezdiği noktalar dahi gayet güzel bulundu. ^.^Pür neşe çıktım sunumdan! Sonra bi teşekkür gönderdim Allaha ^.^

Tezle ilgili süreç de devam ediyordu tabi, görüşmeler yapıyoruz. Tavır aynı =) Bu kez şunu fark ettim ki onun oluşturduğu gerilim hattına sokmuyorum kendimi. Kendimi koruyabiliyorum. O konuşurken, bu onun yanılgıya düşmüş düşünceleri, beni ilgilendirmiyor diyorum. Yapmam gerekenleri listeliyorum, onun izin verdiği kadarı anlatıyorum ve çıkıyorum odadan. Son çalışmayı da tez jürisine gönderiyorum, beğeniliyor =) Maile danışmanı da eklemiş, o alacağı cevabı alıyor.

Bu arada “Sanat Terapisiyle iyileşmek” kitabını bir enbisevdiğim arkadaşımın önerisiyle alıyorum. Okuyorum ve içindeki uygulamaları yapıyorum. İçimdeki çocuğa ulaşıyor ve özlem gideriyorum. Gözlerinden aldığım güçle bir kez daha ayaklanıyorum.

Kitapların yanında devamlı yayın olarak hayatımda bulunan yine başka bir enbisevdiğim arkadaşımın hediyesi Riyazussalihin kitabına devam etmek istiyorum. Bir süredir okumayınca ‘ affet beni!’ diye açıyorum cilt 2yi. Konumuz TEVEKKÜL. Tabi önce bi havalanarak “ ben çok iyi tevekkül ederim” diyorum ama nerde J Okuduğum her hadis tokat gibi geliyor yüzüme. “Eğer siz Allaha gerektiği gibi güvenseydiniz, Allah kuşları doyurduğu gibi sizi de rızıklandırırdı.”. Devam ediyor bu silkelenmeler.. Peygamber (sav) cennete azapsız girecek yetmiş bin Müslüman olacağını söylüyor sahabelerine. Bekliyorum ki çok ibadet eden, çok oruç tutan falan sıralanacak..Cevap yine tokat gibi geliyor. “Onlar büyü yapmayan ve yaptırmayan, uğursuzluğa inanmayan ve RABLERİNE GÜVENENLERDİR.”  Sonra durup düşünüyorum tabi, nasıl yani.. Farkediyorum ki tevekkül imanın kendisi, Allaha güvenmenin en temiz yolu. O an hayat yine duruyor tabi..

Kafamda boşuna oluşturduğum maddi kaygılar, kişilere hissettiğim bağlılık ( sanki benim tezimi yakmak ona bağlı, sanki beni işten çıkarmak onun elinde vs.) Ben kendim tanrılaştırmışım insanları. Onlara kendi elimle güç vermiş, sonra da neden beni güçsüz görüyor diye çırpınmışım..Bana ne yaptılarsa haklılar, Allah onlardan razı olsun. Bu kadar şiddetli hissetmeseydim, bu kadar da net fark edemezdim hatamı.

Ve bugün yaşadığım son vaka ile tevekkülü tezhip sanatıyla süslüyoruz. Bir görüşmeden eve doğru geliyordum, köşede TEDİ var bizim =)) Normalde direkt eve giderim, ne bakkala ne markete girerim. O an girmek istedim. Sola çark yaptım girdim içeri. Karton çanta arıyorum dedim. Kasiyer kız buldu buyurun dedi, kasaya bıraktı ücreti de şudur dedi. Kız kafaya koymuş beni sepetleyecek hemen. Ama ben inat ^.^ Dursun tamam ben biraz gezicem dedim.. Neyse kutular arasında dolaşıyorum, kapaklarını açıp bakıyorum ne alakaysa =)) Derken, diğer tezgahtar geldi, öğretmen misiniz dedi. Ben şok. Hatta anaokulu öğretmeni misiniz dedi. Al sana şok 2. Bende anlattım, öğretmenim ama tezimi anaokullarında yapıyorum diye. Bende şu üniden şu bölümde okudum ama gördüğünüz gibi tezgahtarım dedi. Gözler doldu, blorp diye. Bende kem küm bişeyler söylemeye çalıştım, umudunu kaybetme, belli ki sevdiğin bi alan Allah muhakkak bi kapı açacaktır dedim. Bi de havalı havalı tevekkül ayetlerini söyledim, halbuki bilse ben daha iki gün önce tevekkülü tokat gibi yemişim =)) Böyle garip bi etkileşim oldu aramızda, ikimizde gözler blorp blorp yaşlar ^.^  Duygusallığımı seveyim <3  Sonra dedimki ben sizin alanı bilmiyorum, ama okuldaki hocaya sorayım sizin alanınızdan mezun, o bir yol gösterir, en azından fikir verir. Eve geldim, heyecan dolu =)) Hemen sordum, ne yapabilir sence nerelere başvursun diye. Bizim okulda o alanda açık var hemen başvursun demez mi ^.^  Bom Be ! ..Tahmin edersiniz ki Kasım sonunda öğretmen alımı olmaz =))

Diyeceklerim bu kadardı, Tevekkeltü Alallah! =)




Ekim 09, 2016

Tez yolundan Selamun Aleyküm :))


Merhabalar,

Videoda da belirttiğim gibi, sosyal bilimlerde bir tez öğrencisi olarak yeni başlayanlar için ne gibi yollardan geçeceklerini ve bu yolları kolayca atlatmak için neler yapabileceklerini anlatacağım bu yazıda..

Bu yazıyı yazmak istedim çünkü süreçte zorlandığım pek çok şey oldu deneyimsizlik sebebiyle, o yüzden yeni başlayanların kaygılarını azaltmayı bir görev olarak üstlendim kendime. Herkes öyle midir bilmem ama nelerle karşılaşacağımı önceden bilmek, bunların üstesinden gelmek için çözümler görmek beni çok rahatlatır. Umarım bu yazıda okuyanlar için faydalı olur.

Ben kendi sürecimde yapılabilecek tüm yanlışları yaptım o yüzden karşılaşılabilecek tüm hatalara da hakimim =)) Şimdi sırayla ben ettim siz etmeyin listesi sunacağım.

     1)      Konu belirlemek.
Açıkçası sorun yaşamadığım tek yer buydu. Uzun süredir (üni 2.sınıftan beri) aklımda olan bir konu üzerinde ilerledim ben. Ama bunu hiç bi zaman stratejik bir şekilde yapmadım. En çok sevdiğim, ilgi duyduğum şeye karar verdim. Bunu yaparken her şeyi denedim aslında.  Okul öncesi, psikoloji, moleküler biyoloji bile ilgi alanımdı. Hepsini gördüm, denedim ve eleyerek ilerledim. Stajlar yaptım, seminerlere gittim, ders aldım , kitaplar okudum ve hangisiyle uzun süre ilerlersem sıkılırım diye düşündüysem onları eledim azalttım ve hedef noktasına ulaştım.

 2)      Taslak oluşturmak
İnanılır gibi değil ama bu konuda da aşırı zorlanmadım. Konunun literatür taramasını yaparken zaten daraltma ihtiyacı duyuyorsunuz. Mesela ilgi alanınız diyelim ki fen bilgisi eğitimi. Makale araştırmasında fen bilgisi eğitimi yazdığınızda, müfredat, uygulama, öğretmen görüş ve algıları, öğrenci görüşler/kavram yanılgıları gibi pek çok başka başlıklarla karşılaşıcaksınız doğal olarak. Ve hüzünlü bir haber vereyim ki onların çoğunu da okuyacaksınız. Okuduktan sonra ( ömrünüzden uzun bir vakit gittikten sonra) ya kaydedip o konuyla yolunuza devam edeceksiniz ya da yeni araştırmalar yapmak (ömrünüzden bi ömür daha tüketmek) için tekrar bilgisayar başına. Konunuzu iyice daralttıktan sonra taslağınızı oluşturabilirsiniz. Örneğin fen bilgisi eğitiminde kalıtım konusu ile ilgili öğrencilerin kavram yanılgıları olarak belirlediyseniz, araştırmanıza ortaokul öğrencileri kavram yanılgıları, kalıtım konusu eğitimi, öğretmenlerin kalıtım konusundaki öğretme yöntemleri gibi daha özelleştirerek araştırabilir, alt başlıklarınızı oluşturabilirsiniz.

     3)    Kaynak araştırması
Önemli ve zamanının çoğunu alan kısımlardan biri de kaynak araştırmak. Yaptığım denemeler sonucunda anladım ki elinizde ciddi bir kaynak var ise konuyla ilgili, onun referanslarından yola çıkarak ilerlemek oldukça kolaylaştırıcı. Okuduğunuz makalelerden birini çok iyi ve yararlı bulduysanız, okurken verdiği referanslara bakmanız faydalı olacaktır.

    4)      Kaynakların sınıflandırılması
Kaynakları bulduktan sonra ben farklı klasörde gruplamıştım. Aynı örnekten yola çıkarsak kavram yanılgıları bir klasörde, öğretmen görüşleri bir başka klasörde toplanabilir. Böylelikle literatürünüzü yazarken makaleyi bulmanız kolaylaşır. Bir diğer yol  da makaleyi yazarların soyismi ve tarihi ile kaydetmek. Zamanla yazarların soyisimlerine hakim oluyorsunuz, bu yüzden benim için kolaylaştırıcı oldu bu yöntem. Örneğin,  Solmaz, 2009 diye kaydedebilirsiniz.

5)     Yazım aşaması
Taslağı oluşturdunuz, kaynaklarınızı topladınız derlediniz ve geldi yazma vakti. Zaten kaynağınızı buldukça yazma süreci de başlamış demektir, çok da birbirinden ayrı süreçler değiller. Önce yazmak için açtığınız word dosyasını üniversitenizin tez rehberine (thesis guideline) uygun şekilde dizayn edin. Muhtemelen bulunduğunuz enstitünün web sayfasındadır, okuyup uygulayın. Sonra bir içerik sayfası yapın. Evet sürekli değişecek ama önünüzde bir taslak olarak kalacaktır.

 Yazarken en önemli tavsiyem, makaleyi okurken pdf üzerinde altını çizin ve yanına not alın önemli gördüyseniz. Eğer o anda tez belgenize yazıyorsanız da hemen referans kısmına ekleyin. Tez içinde zaten Solmaz(2009) diye belirttiğiniz ve referansa da eklediğiniz için o artık sapasağlam bir şekilde teziniz içinde yer alacaktır.

 O günlük yazı işini bitirdiyseniz ya da danışmanıza gönderecekseniz belgeyi günün tarihiyle kaydedin. Yani tabi bu danışmanınızla olan ilişkinize de bağlı ama kronolojik olarak görmek adına biz faydalı bulduk. 

Belgenizi kaydetmenizin ardından yarın için bir yapılacaklar (to do list) hazırlayın, işe gidenler genelde günün yoğunluğuyla nerede kaldıklarını ve ne yapacaklarını unuturlar o yüzden to do list kurtarıcıdır :) . Bir de makaleyi okudunuz diyelim, literatürde değilde metot kısmında bir şeyi beğendiniz, hemen yine kaynağı belirtip kısaca nasıl işe yarayacağını bir deftere kaydedin, lazım olur






Bunun haricinde ben bir de referanslarımı somut olarak görmek adına kağıda da geçirmiştim. Yine gruplara ayırarak hangi konudan ne kadar makalem var ve ne kadarını okudum görebilmek adına iyi oldu. Okuyup, teze eklediğim makaleleri tikledim ve daha ne kadar makalem kaldığını da görebiliyor oldum böylelikle.



Son önerim de yine danışmanınıza bağlı olarak değişir ama bölümler arasında gidiş geliş yapın. Yani biraz literatür yazın eğer çok daraldıysanız biraz metoda dönün.

  6)    Etik Kurullar- Belgeler Başvurular
Belge işiyle hiç hoşlanmadığım için hep en son ana bıraktım ben. Ama hiç de öyle korkulu şeyler değilmiş. Enstitünüzün sayfasında etik kurul ile ilgili doldurmanız gereken belgeler zaten var. Onları çalışmanızın metot kısmına kadar olan yeri anlatarak dolduruyorsunuz. Danışmanınız onay verince çıktısını alıp enstitüye bırakıyorsunuz. Ve onay mailini dört gözle bekliyorsunuz :)

     7)   Jüri Üyeleri
Sizin ya da danışmanınızın belirlediği jüri üyelerine abstract- intro- lit- metot ve referanslardan oluşan belgenizi gönderiyor ve sunumunuza davet ediyorsunuz. Aynı zamanda hard copy halinde belgenizi ellerine de ulaştırıyorsunuz.



Ben şimdilik bu aşamaya geldim, sunumu yaptıktan sonrayı ve uygulama hallerini de buradan yazarım :) Herkese bol akademili kolaylıklı günler diliyorum!

Temmuz 03, 2016

Baharda neler yapalım-3

Hellooööö!
Yaza girmişken oldukça geç kalınmış bir yazı olduğunun farkındayım ama süreci gösterebilmek için zamana ihtiyacımız vardı bu sefer.  Zira baharda yaptığımız son şey sebze ekimiydi ve biz ürünlerini daha yeni görmeye başladık.
Bahçe bizim işimiz
Bahardaki çalışmalarımızın bir kısmında bitkinin kısımlarını öğretip hatta biraz da tozlaşmadan bahsedip, bahçemize sebzeler ektik. Salatalık, biber, domates.. Bahçemizde bunun için çok büyük alanlar yoktu ama tüm öğrenciler kendi topraklarını kendileri kazdılar, kendi sebzelerini seçtiler ve fideleri özenle ( tamam kabul ediyorum bazen yamuk yumuk da olsa ) diktiler. Üstelik bunu yaparken yıl boyunca organik kompost makinesinde meyve ve sebze atıklarından elde ettikleri organik topraklarını kullandılar. Verimli toprakları, alın terleri ve öğretmenlerinin de sevgisiyle kocaman oldu bahçemiz. Fotoğrafta kısmen belli oluyor ilk hali, dümdüz toprak alan şimdi yemyeşil , hatta kırmızı domateslerle süslenmiş durumda ^.^

Bahçenin ilk hali









Bahçenin şimdiki hali :)

Biz bunları yaparken, elimizi topraktan çıkarıp bir de raporlama yaptık. Yeri geldi yerde , yeri geldi kenarda köşede ekoloji defterlerimize fidelerimizi ve aşamalarını çizdik. Özellikle 4.sınıflarda raporlama işini işte budur diye mutlulukla ve gururla tamamladık. Dönem boyunca kim sulasın diye tartışmalar da yaşadık tabi ama bunlar hep çok sevmekten J
1.sınıflardan bir öğrencimin raporu



Tabiki 4.sınıflardan bir öğrencim















Kendi enerjisini kendisi üreten, doğaya zarar vermeyen, israf etmeyen , tüketici değil üretici bir okulda çalışmak hayalimdi. Bahar çalışmalarında bunun en somut halini gördüm. Çocuklar evlerinden meyve kabukları getirdiler, kompost makinesinin tüm çilesine rağmen onu toprağa dönüştürdük, sonra o toprakla sebze ektik ve üretime geçtik. Bu döngü içerisinde doğaya aykırı olan, hiçbir şey yoktu.  Tamda hayalimdeki gibi.

Ben öğretmenliğe başlarken, eğitim derslerinde öğrendiğimiz Köy Enstitülerindeki felsefeyi yapabileceğim bir yer olmasını çok istemiştim. Yolum düşer mi bilmiyorum ama bi gün köy okullarında da çalışmak istiyorum. Matematiği  ağaç dallarını sayarak öğrensin, sanatı mısır koçanlarından yapsınlar.. Köylerinde ne yetişiyorsa onu üretsinler, onu üretirken anatomisini öğrensinler, Türkiyenin endemik bitkilerinin listesini çıkarsınlar.  Güne doğa yürüyüşü ile başlasınlar, ilkokuldan iki enstrüman öğrenerek ayrılsınlar. Bunu bir projenin girişi olarak sayıyorum şimdilik, nasip olar mı bence olar J


 Hı bir de bahsetmeyi unutmuşum, bizim bu süreçte çok güzel bir ekoloji panomuz oldu. 1. ve 2. snıflar bitki broşürü tasarladılar, bitkinin çiçek, gövde, yaprak ve kök kısımlarını belirtip içlerine görevlerini yazdılar. 3. ve 4. sınıflar ise taç ve çanak yaprak terimlerini de öğrenip kendi bitkilerini tasarlayıp üzerine kısımlarını yazdılar :)
Ekoloji panomuz

Mayıs 28, 2016

Ahlaki Gelişim


Melani Killen ve arkadaşlarının yazdığı bir makaleden bahsedeceğim bugün. Konumuz ahlak eğitimi. Ülkemizde ahlak eğitimi denince akla ilk gelen dine dayalı bir eğitim fakat yapılan araştırmalar ve evrensel algıda ahlak tam olarak böyle değil. Ahlaki gelişim konusunda daha çok etik davranışlardan bahsediliyor aslında. Zaten İngilizcesinde moral development olarak geçiyor, religion (din) terimi yer almıyor. Yazının devamını bu bağlamda okumak daha faydalı olacaktır diye düşündüğüm için kısaca açıklamak istedim.

Gelelim araştırmaya.. Bu araştırma yine çocuklardan bahsediyor, en sevdiğimiz <3 Literatür, çocukların kendi gruplarında olan kişilere daha pozitif yargılı, dışarıdakilere ise negatif olduklarını iddia ediyor. Eğer bu gruplaşmadan devam edersek, farklılıklara rağmen kendi gruplarını yükselttiklerini ve diğerlerinden de pek de hoşlanmadığını belirtiyorlar. Bu çalışmaların çoğu Sosyal Alan teorisine dayanıyor ve bu teoriye göre bireyler herhangi bir olayı değerlendirirken eşitlik ve adalet duygularını, kişisel tercihlerini ve sosyal normları/ gelenekleri kullanıyorlar. Çocuklarda herhangi bir yanlışlık üzerine ahlaki değerler olan eşitlik ve adaleti kullanırken, grup içindeki dinamiklerde geleneksel normlardan ve kişisel tercihlerinden bahsediyorlar.  Fakat, eğer gruplarındaki kişi o grubun kurallarına uymuyorsa bu durumda kurallarını koruyan ama dışarıdan olan birini tercih edebiliyorlarmış.

Bu araştırmanın sonuçlarına göre cinsiyet grup içini etkileyen faktörlerden biri değil imiş. Ayrıca yaşa bağlı değişiklikler gözlenmiş. 9-10 yaş grubu çocuklar grup içinde genel kurallarında eşitliğe önem verirken, ergenlerin gruba özel olanlara daha önem verdikleri belirlenmiş. Çocuklar eşitliği açıklarken ise adaleti vurgulamışlar. Örneğin “ a kişisi aç gözlü davrandı, bu hiç adil değil.” Gibi.
Araştırma çocuklardaki grup dinamiklerini pek çok değişkenin olduğu komplex bir yapı olarak değerlendirmişler.

 Bunun dışında ahlak ile ilgili araştırmalar ;
-Cinsiyette farklılık olmasa da kızların diğer kişinin ihtiyacını daha çok düşündüğünü (empati),
-4 yaşın gelecekteki ahlak düzeyi için tahmin edici olmadığını,
-Çocukların içsel olarak kendi kararlarını verdiklerinde daha pozitif olduklarını göstermiş efendim.

Araştırma  Amerikada yapıldığından Türkiye için durum nedir bilemiyoruz. Acaba bizim çocuklar da eşitlik ve adaleti vurgularlar mıydı? Ya da bize özgü başka değişkenler ortaya çıkar mıydı?

Son soru ile yetişkinleri de kendilerini sorgulamaya bırakıyorum. Bizim nasıl kalıplarımız var kafamızda? Kimleri “kendimizden, bizim gibi “ diye sınıflandırırken, kimleri bunun dışında bırakıyoruz? Ve dışında bıraktıklarımızı hangi kriterler altında değerlendiriyoruz? Fanatikliğin dibine kadar spordan siyasete, dine kadar pek çok alanda yaşandığı bir ülkede ne kadar adil ve hoşgörülüyüz “dışarıdakilere” ? Daha da önemlisi sosyal bir içerik verdiğimiz çocuklarımıza bunu ne kadar hissettiriyoruz? 

Biz yetişkinler olarak Kohlberg'in ahlak seviyesinde neredeyiz? Kimse görmüyorsa yanlışa devam mı ediyoruz, yoksa kural kuraldır deyip hepsini kabulleniyor muyuz? 

Her ailenin aslında kocaman bir kültür olduğunu ve çocukları ile de bu kültürü paylaştığını ve aktardığını düşünüyorum. Bu yüzden önce herkesin kendi evinde kalıpları yıkmasını, din dil ırk ayırt etmeden herkesi eşit görebilmesini, adil değerlendirmesini, farklılıkları öcüü diye bastırmak ve susturmak yerine hoşgörü ile kabullenmesini hayal ediyorum güzel bir gelecek için. Bu hayaldi, ben yapabildim demeyi çok istiyorum ileride.. Neden olmasın, olar bence ;)




Nisan 27, 2016

Bebeklerde hafıza ve iletişim


Çocuk gelişim dersinde okuduğumuz makalelerden birine değineceğim yine bugün. Konumuz hafıza. 2005 yılında yazılan bu makaleye göre,  bebeklerde hafıza ve iletişim ileri yıllarda onların bilişsel becerileri ile doğrudan ilişkiliymiş. Peki bebekler olayları aklında tutabilirler mi? Aklında tutabiliyorlarsa bunu nasıl anlarız? Ne gibi şeyler bu akılda tutmayı ve hatırlamayı kolaylaştırır ve güçlendirir?

Makaleyi en son gittiğim Çocukça Sempozyumundan öğrendiklerimle birleştireceğim biraz. O yüzden çalışmanın tamamına değinmeyeceğim ama anlamak için iki terimi en başta kavramamız gerekiyor. Bunlardan biri “ertelenmiş taklit” ve diğeri de “ortak dikkat”. Sakin! Keep calm! Ben de ilk okuduğumda ne ola ki bunlar demiştimdi.

Ertelenmiş taklit ile başlayalım. Bir ortam düşünün, bir yetişkin herhangi bir hedef eylemi, kutunun kapağını açıp içinden oyuncağı çıkarma diyelim, bebeğin karşında yapıyor. Fakat bebekcik asla ve kata kutuya dokunmuyor ve deneme yapmıyor. Burada hedef eylemimiz kutunun kapağını açıp oyuncağı çıkarmasıydı. Bebek, yetişkin tarafından yapılan bu eylemi bir forma dönüştürüp, beyninde depolamalı çünküüü onu zor bir görev bekliyor. Belli bir süre geçtikten sonra, kutu çocuğa verildiğinde hedef eylemi bebeğin yapabilmesine ertelenmiş taklit diyoruz. Bebeğin bunu yapabilmesi için hem dikkatle gözlemlemesi, gördüklerini beyninde depolaması, hem de gerektiği zaman depodaki bilgilerini geri çağırıp uygulaması gerekiyor. Ertelenmiş taklit 6-9 ay arasında bebeklerin başarıyla yaptığı bir eylem. Fotoğrafta da gözlemlediği besleme eylemini taklit eden bir çocuk var..

Gelelim ortak dikkate.. Ortak dikkat  benim ehemmiyetine geç vardığım o yüzden de şimdi epeyce konuşacağım bir konu. Adından da anlaşılacağı üzere, yetişkin ile bebeğin aynı nokta üzerinde odaklanmalarına ortak dikkat deniyor. İletişim ve dil gelişimi açısından olduğu kadar sosyal anlamda da çok önemli bir etkisi var çocuk üzerinde. Bebek ve ona bakan en yakın kişiyi düşünelim. Bebek yetişki ile yere oturmuş ve önlerinde bir kitap var. Birlikte okuma eylemi bir ortak dikkat çalışması aslında. Anne ya da bakıcının kitabı okuması, çocuğun parmağı ile işaret ettiği yere dönmesi, oradaki resim hakkında iletişim kurmaları, daha sonra yine çocuğun yönlendirmesi ile başka bir resmi incelemesi.. Bunlar kitap okuma eylemi içinde ortak dikkat dediğimiz terime örnek olarak gösterilebilir.



Bu konu benim çok dikkatimi çekti çünkü yakın vakitte gittiğim Çocukça Sempozyumunda da buna benzer bir konuya değinilmişti. Sunum yapanlardan Fatıma Tuba Yaylacı “çocuk yetiştirmek” cümlesini çokça kullandığımızı vurguladı. Psikolog  her şeyiyle hatırlayamasam da “Fakat “yetiştirmek” kelimesi edilgen bir eylemdir aslında.Yani biz çocuğu yetiştiriyoruz, o bize bağlı demektir bu..Biz yetişkinler kafamızda bir takvim var ve o takvim çizgisinde çocuğumuzu koştur koştur bir yerlere yetiştirmeye çalışıyoruz gerçekten. 2 yaşında anne sütünü bırakır, 3 yaşında kendi kendine tuvaletini yapar, 7de okula gider, 9 da şöyle matematik çözer vs. Kendi belirlediğimiz takvim içersine çocuğu yerleştiriyoruz ve belirlediğimiz vakitte belirlediğimiz yerde olmayınca da strese giriyoruz ve strese sokuyoruz.” dedi. Ve şöyle ekledi “ biz çocuğu yetiştirmiyoruz, gelişen bir çocuğa şahitlik ve yoldaşlık ediyoruz.”. Bence bu çok ama çok vurucu bir gerçekti. Özellikle bizim toplumumuz için gerçeklemesi de zor bir gerçek J  Ama doğru olan bu, biz sadece ona şahitlik ve yoldaşlık ediyoruz.

Eğer meseleyi şahitlik ve yoldaşlık olarak görebilirsek aslında pek çok anlamda faydamız olacak çocuğa. Çünkü kendi takvimimize göre davranmayacağız. Ortak bir şeye odaklanacağız . Şu ana odaklanacağız. Dolayısıyla çocuğun nerede olduğunu daha iyi görebileceğiz. Çocuğun ihtiyaçlarını ve yeteneklerini görebildiğimizde de ona daha kolay uzanabileceğiz aslında. Onu hem psikolojik hem sosyal hem de bilişsel olarak doyurabileceğiz.

Bunu öğretmen olarak da yaşadığımızı ve öğrencilerimize yaşattığımızı düşünüyorum. Ya da kendi adıma ben yaşatıyordum ilk dönem. Çünkü kafamda bir kazanım var ve o kazanımın belirlenen 6 haftalık periyotlar içinde tamamlanması gerekiyordu. Bu da çocuklar üzerinde stres yaratmama sebep oluyordu bence. “Az zamanımız kaldı çocuklar biraz hızlı yapalım, şimdi bilim defterlerinize yazın hadi bakalım, şimdi uygulayın deneyin, hoop tamam herkes bir kere denedi hadi şimdi bunu ölçmemiz gerekiyor..” vs.  Kemal Sayarın da dediği gibi YAVAŞLA!  Çünkü onların önce yavaşlamaya ihtiyacı var. Yavaşlayıp, ortak bir noktada buluş ve onların ne düşündüğünü nerede olduklarını gör!

Çağımızın en önemli sorunsalı bence Yavaş-la-ya-mamak. Bir yetişkin bile buna katlanamazken, çocuğun o kurstan öbürüne koşturması, küçücük yaşında Da Vinci olmasının beklenmesi, en iyi yüzücü , en iyi lider en en en olmasının hayali.. Bunların, bence olumlu olmayan sonuçlarını zamanla göreceğiz .

Ben tavsiye vermeyi henüz haddime bulmuyorum ama sempozyumdaki değerli insanların söylediklerinden aldığım notları paylaşacağım sizinle. Ortak kanı şu ki Sue Palmer’dan Kemal Sayar’a , Mehmet Dinç’ten Fırat Erdoğana tüm uzmanlar çocukların;
  • -          Teknolojiden uzak,
  • -          Doğanın içinde,
  • -          Gerçek dünyada, gerçek insanlarla, gerçek zamanda ve gerçek bir yerde (sanaldan uzak),
  • -          Güven ortamı sağlanarak  sevgi ve oyun


İle büyütülmesi gerektiğini vurguluyor.

Hee makaledeki araştırmanın sonucuna gelince. 14 aylık bebeklerle yapılan bu dil ve hafıza gelişimi araştırması , 9 aylıkken ortak dikkat eylemlerinde tepki veren çocukların daha yüksek ihtimalle daha iyi bir dil ve zihin gelişimine sahip olduğunu göstermiş. Ayy ben bilmem artık gerisini siz bilirsiniz canlarım  :D 

 Buraya da izlemek isteyenler için ortak dikkati anlatan bir video ekliyorum. Videoda yetişkin ve çocuğun iletişimine dikkat edin, ortak bir noktada buluştukları için yetişkin bardağı alıyor, gösterdiği bir şeye şaşırıyor veya tepki veriyor. Yine örnek olması açısından bebeğin bakışlarıyla elinizi takip etmesi, 8 aylıkken işaret edebilmesi ya da bir nesneyi gösterebilmesi, daha ileriki zamanlarında mimikleriyle tepki vermesi, işaret ettiği şeyi yetişkine gösterme çabaları gösterilmiş.