Kasım 28, 2017

They all saw a Cat // Hepi Topu Bir Tekir- Atölyeler


Bu kitaptan bir önceki yazıda bahsetmiştim. Genel içeriği ve hayata yansımaları üzerine birşeylerden bahsetmiştik. Şimdi bir öğretmen gözüyle ele alıp, ders içeriklerine uygun olarak bu kitabın etinden sütünden yününden nasıl fayda elde ederiz onları anlatmak istiyorum biraz.
IB okullarında görev alanlar bilirler, disiplinler arası bir eğitim vardır bu okullarda. Genel bir temanın altında tüm dersler anlamlı olacak şekilde dahil olup konuyu tüm yönleriyle ele alırlar. Örneğin; Türkiyedeki bölgeleri işliyorsanız, Türkçe dersinde yörelerle ilgili okuma parçası bulursunuz, fen bilgisi dersinde farklı bölgeler ve toprak yapılarını ele alırsınız, sanat dersinde yöresel dekorlara odaklanıp her yörenin meşhur bir ürününü yaparsınız (seramik, çamur, tahta kullanarak belki), müzik dersinde yöresel dansları öğrenirsiniz, matematik dersinde bölgeler ve nüfus ile ilgili verileri ele alıp grafik okuma ve istatistik konusuna değinirsiniz. Böylelikle çocuk büyük şemsiyenin altında her yönünden yararlanmış olur.

Bu kitabı okurken de farklı zamanlarda farklı temalarla birleştirebilirsiniz. IB değilseniz ve temalarınız yoksa o zaman sınıfınızdaki kazanımlardan yola çıkarak MEBin sunduğu kazanımları zenginleştirir, öğrencilerinizin ufkunu açarsınız.

1.Atölye : Canlılar ve Yaşam Alanları
Kitapta kuştan, solucana, yarasadan balığa toplamda 11 hayvandan oluşuyor. Bu canlıların yaşadıkları yerler ve bazı özellikleri de kitapta yer alıyor. Öğrencilerle hayvanlar ve onların yaşam alanlarından bahsederken bu kitabı elinize alır, tek tek dolaşırsınız sayfalarda.

Solucan kediyi nasıl görüyor çocuklar? Ona nereden bakıyor? Solucan toprak altında neler yer? Arkadaşları var mıdır?  Solucanın etrafında neden çizgiler var?
Arıyı gördünüz mü? Arı nerelerde gezer? Arı kediyi nasıl görüyor? Arılar neler yer? Hangi çiçekleri sever? Gündüzleri mi geceleri mi arıları görürüz? Arıların evleri var mıdır?

Süreci böyle devam ettirebilirsiniz. Havada, karada, suda yaşayanlar olarak sınıflandırabilirsiniz. Yuvalarından ve ihtiyaçlarından konuşabilirsiniz. Kitabın en önemli özelliği hayvanların görüş özelliklerine göre resimlendirmesi. Yani eğer arı pikseller halinde görüyorsa, orada kediyi piksellerle çizmiş. Ya da kokarca siyah-beyaz görüyorsa orada öyle bir resim oluşturulmuş. Yani hayvanlardan kim renkli kim renksiz görüyor diye tartışma açabilirsiniz yine.

2. Atölye: Role Play – Hayvanlar Draması
Öğrencilerle birlikte kitabı sesli okuyabilirsiniz. Ama okumaktan başka şeyler de yapılabilir; kitabı oynamak. Öğrencilere kitapta geçen hayvanları eşleştirip, sıralayabilirsiniz. Ardından ilgili cümleyi okuduğunuzda öğrencilerin o hayvanı taklit ederek sahneden geçmesini sağlayabilirsiniz.

Örneğin; “Bizim kedi dünyayı boydan boya dolaşmaya karar verdi. Pisi bıyıkları, kulakları ve patileriyle hepi topu bir tekirdi…. Ve sonra bir kuş kedi gördü.” Sesinizi yükseltip alçaltıp, korkuya, heyecana uydurursanız bu iş oldu demektir 😊

Okul öncesine çocukların sırasını beklemesi, role-play yapması özdüzenleme becerileriyle birebir ilintili. Aktif olarak kitap okuduklarında kitap ile ilgili motivasyonları da artacaktır. Bedensel olarak enerji harcadıkları için hem kinestetik yanlarını kullanmış olacaksınız, hem de sakin- hareketli aktivite dengesinde hareketli olanı tamamlamış olacaksınız.

3.Atölye: Şekiller ve Renkler
Bu bölümde de konudan uzaklaşarak şekilleri yeni öğrenmiş öğrencilerinizle yuvarlak, kare, dikdörtgen, üçgenleri bulmalarını isteyebilirsiniz. Zaman zaman kedinin bacağına dikdörtgen, ağacın yapraklarına üçgen diyebiliriz. Benzerlik kurmak da yetenektir. Bu atölyede de dikkat becerilerini arttırırsınız böylelikle.
Sonra biraz daha kompleks yapıp “yeşil bir üçgen” , “kahverengi bir dikdörtgen”  gibi renklerle sıfat katmalarını isteyebilirsiniz.

4.Atölye: Duygular ve Resimler
Kitap içerisinde kediyi her canlı kendi bakış açısından gördüğü için tabi farklı hisler de ortaya çıkıyor. Öğrencilerle duyguları konuştuğunuz bir hafta içerisinde bu kitabı ele alıp aşağıdaki soruları sorabilirsiniz;
Hangi sayfalar karanlık? Hangileri aydınlık? Karanlık olan sayfalarda ne hissediyorsun? Farenin kediyi gördüğü sayfada neler hissettin? Peki ya tilki onu gördüğünde? Kimler neşeliydi? Kimler korktu? Kimler şaşırdı?
Sen kedi gördüğünde neler hissediyorsun? Kedi ile ilgili bir anını anlatmak ister misin? Neredeydiniz? Onu sevdin mi? Dokununca neler hissettin? Gibi..

5.Atölye: Bir şarkı bir kedi
Türkiyede kitap ve şarkı ilişkisi henüz kurulamadı ama yurtdışında pek çok kitabın kendi şarkısı var. Böylelikle 7 aylık çocuk da kitap okuma seanslarına katılabiliyor. Çünkü hopluyor, zıplıyor, alkışlıyor, dans ediyor. Kitap eğlenmelik bir yere dönüşüyor. Çocuk Edebiyatı Muhabbetinde Ayşegül Dede’nin bölümü geldiğinde biz de ayağa kalktık, bi an kapıyı çaldık tık tık tık, bi an içeri girdik rap rap rap! Bu aktiviteler çocuğa çok iyi geliyor. Zaten yıllar geçince kitap gidiyor, duygular akılda kalıyor ya o yüzden müzik ve ritm duygusu önemli.
Ben bu kitabın Türkçe şarkısını bulamadım ama siz öğrencilerinizle besteleyin ben şimdilik İngilizce halini paylaşayım onu dinleyin 😊

6.Atölye: İngiliççe 😊
Konu kendiliğinden gündeme geldi. Dilerseniz bir de İngilizcesini temin edip hayvanları renkleri şekiller İngilizceleriyle konu edin. Şarkısını dinleyin, drama yapın.

7. Atölye: Nehirdeki Sen
Asıl ve en önemli kısmı bu aslında benim için. Çünkü çocuk ve özbenlik ile ilgili bir konu. Çocukların dışarıdan gözüktükleri kadar hatta daha fazlasıyla önemli olan bir şey de aslında içsel olarak kendilerini nasıl algıladıkları.
Cesur bi çocuk muyum? Korkak mıyım? İstediğimde oyun arkadaşı bulabilir miyim? Yoksa oyunlarda tek mi olmak isterim? Yapabilir miyim? Beceremez miyim?

Ben bir akademik projede çocuklarla çalışmıştım. Çocuğun özbenlik algısı ile annesinin çocuğu ile ilgili algısını ölçüp karşılaştırmıştık. Bazen çok acı veriler elde etmiştim. Çocuk yalnız ve çekingen olduğunu söylerken, anne dersleri iyidir bi sürü arkadaşı var, hep oynarlar demişti. Epey uzaktı yani çocuğundan.

Velhasıl, çocuğun kendisi hakkında düşünceleri bilip yanlış oluşturduğu kodları silip, doğruları güçlendirmek öğretmen/ eğitmen olarak görevimiz. Psikolojik danışmanları, sınıf öğretmenlerini, bilimi öğretmenlerini ( :P) göreve bekliyoruz.

Bu atölyeler okul öncesi ve ilk okul öğretmenlerine hediyemiz olsun, Artsın, Çoğalsın, Parlasın.
Sevgilerimle,

Lotus. 

Kasım 26, 2017

They all Saw A Cat // Hepi Topu Bir Tekir


Dün öğretmenler günü kutlaması tadında olan, Zeynep Sevde ve Taze Kitap yayıncılığın düzenlediği Çocuk Edebiyatı Muhabbetine dahil oldum. Gittik, gördük heybemizi doldurduk demiştim instagramdaki postta. Madem öyleyse heybemizdeki ilk kitabı ele alarak başlayalım anlatmaya.

Hepi Topu Bir Tekir kitabı Zeynep Sevde tarafından çevirilmiş ve Taze yayıncılığa kazandırılmış bir kitap. İyiki çevirilmiş, iyiki de Türkiye bu kitaptan yararlanır hale getirilmiş dedim okuduğumda. Dün itibariyle çokça da konuşuldu, bizim edebiyatımızda da çocuklar için pek çok şey yapılıyor artık ama bazen hassas ve önemli konuları göz ardı edebiliyoruz. Çocuklar anlamaz, onlar piremses kitapları okusunlar, sayı saymayı ve renkleri öğrensinler kafidir gibi mi düşünüyoruz bilemiyorum. Ya da değerler eğitimi için yazıyoruz ama bağırara bağıra BÜYÜKLERİNE SAYGILI OL TAMAM MI? Diyoruz çocuğa. Pek düşündürmüyoruz, felsefik yanını es geçiyoruz. Belki bu kavramları biz de daha tam oturtamadığımızdan, çocukların kitaplarına dahil edemiyoruz bir türlü. İşte o noktada Hepi Topu Bir Kedi kitabı bize önemli bir konu sunuyor; bakış açısı ve algılar.

Konu ağır değil mi? Biz de yetişkinler olarak hayatımızda karşılaşıyoruz da afallıyoruz. Çocuk ne yapacak edecek de bakış açısı farklılığından ve algılardan bahsedecek, anlayacak. Bu kitabı öyle güzel okursunuz ki, çocuk hepsini anlar..

Önce içerikten başlayalım. Çok tatlı bir kapağı var bence, yolculuğa ilk adımını atan bir kedi. Kitap da böyle. Bir uzun yolculuğunda kediyi anlatıyor. Bu kediyi zaman zaman bir kuş, bir yarasa, bir yılan görüyor. Zaman zaman ise bir fare, bir köpek, bir kokarca.. Hepsi farklı görüyor Tekir’i. Kimi cılız ve çelimsiz, bir lokmada ağzına atmalık. Kimi korkunç ve dev, gördüğü anda kaçmalık. Kimi biraz bulanık, kimi ise karanlık. Sonunda ise tüm bakış açılarının toplamıyla bir Tekir görünüyor sayfada..Onun , bunun ve şunların gördüğünün toplamı bir Tekir. Ve Tekir ile bitiriyor kitap, nehir kenarında, kendini görmek için suya bakar iken..

Hayat böyle değil mi sizce de? Kimi dev koltuğundan bakıyor size, böcek gibi ezmek istiyor. Kimi arkadaş belliyor, kolunuza giriyor, yaslanıyor. Kimi biraz çekiniyor sizden, dikkat etme ihtiyacı duyuyor. Kimi kıkır kıkır gülüyor sizinle, yanaklarınızı sıkıyor. Çünkü hayat böyle, herkes başka görüyor. Çünkü herkes bambaşka ailelerden, bambaşka kolektif ruhla karşınıza geliyor. Kimi can sıkıyor, kimi mutlu ediyor. Ama hepsi onların sizi gördüğü pencere. Siz tek başınıza; asi, öfkeli, uyumlu, çalışkan, beceriksiz, vefalı, duyarlı, ilgisiz, meraklı olabilirsiniz. 

Şimdi durun. Bunların hepsi sizin yansımanız. Siz hem hepsi, hem hiç birisiniz.
Size söylenen tüm etiketleri silin. Silin! Peki siz nehir kenarına gidip suya baktığınızda ne görüyorsunuz? Özünüz ne diyor size? Nasıl sesleniyor? Hangi yönlerde güçlüsünüz? Hangi yönleri güçlendirmek istiyorsunuz? Neleri seviyorsunuz? Nerede ve kimlerle mutlu oluyorsunuz? Hayaliniz ne? Nereye varmak istiyorsunuz? Yani siz nasıl birisiniz?

Yalnız kalın ve hepsini yanıtlayın. Soruların hepsi içinizde. Uzuuuun süredir sormadıysanız bulmak için azıcık kurcalamanız gerekir. Ama bulacaksınız. Buluyoruz! 

Herkese sevgilerimle,
Bir Lotus.
Kitabın eğitim amaçlı ve atölyeleştirerek kullanımını bir sonraki yazıda yazacağım, coming soon.


Kasım 21, 2017

Fall/ Düs.. Düşmekten Korkma



Sonbaharda doğanlar sonbaharı pek severmiş derler. Bi de doğayı seven zaten her halini sever derler. Hangi sebeptendir bilmem ama bu sonbaharın benim üzerimde etkisi oldu. Bu sonbaharda kendimi gördüm çünkü, içine çeken bir etkiyle etkiledi beni, kendim.

Doğayı tüm duyularınla hissetmek lazım bana göre. Durup, bakıp, uzun uzun bakıp, kalbinde hissetmek lazım olanları. Öyle öyle açıyor gizemli kısımlarını zaten. Mesela fark etmek lazım ağaçlarda suyun çekildiğini, yaprakların cansız kaldıkça sarardığını, kızardığını. Sonra güçsüz kalıp bir zamanlar sımsıkı tutunduğu dalı bırakıp gittiğini.. en hafif rüzgarda dahi duracak güç bulamayıp gittiğini.. 

O dala da ağaca da müthiş bi sevdası ve bağlılığı olduğu halde geride bıraktığını görebilmek lazım bence. Bir yaprağı gönlünden bir parça gibi düşünüp, onunla birlikte kopup savrulmak lazım. Ve birlikte düşmek. Sonra..  Sonra düşen o yaprak ile birlikte, korkunun da ürkmenin de düşmesine hiç faydası olmadığını fark etmek lazım birdenbire.

Ve hatta düşmenin ne büyük ferahlık olduğunu bilmek lazım belki de. Çünkü gerektiğinde sararıp soldurandan ve cansuyunu alandan vazgeçmek lazım.

Çünkü ancak vazgeçebildiğinde bambaşka bi hayatın mümkün olduğunu görebilecektir o yaprak. Çünkü incecik kahve dallardan kıpkırmızı meyveler çıkması için paramparça olup toprağa dağılması gerekir geçmişte. Bir yaprak iken bin ağaç olduğunda neden vazgeçmesi gerektiği bir kez daha vurur yüzüne. Bir başka bahar başlar, renkli, kokulu, ferah..

Bu uzun yaprak hikayesini neden anlattım bilir misin? Sen de korkma diye. Seni sararıp solduran, cansuyunu alandan vazgeçmekten korkma. Değersiz hissettiğin, benliğine saygı duyulmayan yerde bulunma, kendine blokajlar kurma, vazgeç. Çünkü ahseni takvim ile yaratıldın, O sana değer veriyor, o yüzden sen, seni yaratana sonsuz güven.

Avrupanın en büyük botanik bahçesinde dolaşıp, bir bilim insanın botanik çizimlerini yaptığı çiçeklere bakarken acayip duygulanmıştım. Allahım hani ben çok zorlanmıştım da sen o yükü almıştın. Sonra kolaylık tanımıştın işlerimde. Şanımı yüceltmiştin. Vallahi sen en hakkıyla hükmedensin.

Bu throwbacklerin sebebi ise şu anım. Yakınlarda yaptığım yer değişikliği de beni milyon kez duygulandırıyor. Nasıl bu kadarcık zamanda bu bağ kuruldu şaşırıyorum. Sensin sebebi diyorlar. Yok diyorum, siz benim baharıma denk geldiniz. Ben kopup düşmüştüm. Bin parçaya ayrıldım. Siz en temiz ağaçlarımsınız. En çok yaşlanan ağaçlar kadar yaşlanalım birlikte.





Eylül 24, 2017

Van Gogh*

Hellö!
Benim için insanlar ikiye ayrılır; bilim insanları ve diğerleri. Şaka tabi böyle değil. Benim için insanlar birbirinden ayrılmıyor. Ama bazı özel insanlar var, benim de pek çok sevdiğim. Bu özel insanları sıralayıp şöyle bir ortak özelliklerine bakıldığında fark ettim ki yenilik getiren, farklı bir zihne ve bakış açısına sahip olanlar benim için double kalpli.

Bilim deyince akla bu tür pek çok insan gelebiliyor. Ama baya baya bu kafa başka bir kafa dediğimiz kim derseniz bana göre İbnul Heysem ve Einsteindir. Bu ikisini bi ayrı seviyorum ama konumuz bu değil.
Konumuz şu aslında, Einstein ve İbnul Heysem ne ise Van Gogh da o benim için.
Ben öyle sanat hayranıyımdır, şöyle sergi gezerim demeyeceğim. Çünkü gezmem 😊 😊 Ama ben bir fark detektörüyümdür. Bende bir yerlerde sensör var. Nerede olursa olsun, ve ne kadar kalabalık olursa olsun, tarama yapar ve farklı olanı bulurum. Farklılık yaratacak potansiyeli de. Elhamdülillah, güzel özellik.
Van Goghun eserlerine gayet halk gözüyle baktığımda beni içine çeken bir şey oldu. Özellikle yıldızlı gece denen eserinden bahsediyorum. Ben ne kübizim bilirim, ne noktacılık. Ama o eser farklıydı bana göre.  Sonra tabiki araştırmacı eğitmen olarak bunun peşini bırakmadım. Videolarını, eleştiri yazılarını okuyunca öğrendim ki, Van Gogh yıldızlı gece adlı eseri bilim insanlarının da hala açıklamaya çalıştıkları türbülans kavramıyla ilgiliymiş. Var olan dalga boylarını biz normal insanların beyni herşeyiyle algılayamıyor. Bazılarını bastırırken, bazılarını ise yüzeye çıkarıyor ve bizde sadece yüzeye çıkan kısmını algılayabiliyoruz gözümüz ve beynimizle. Van Gogh ise tamamını algılıyor ve eserde de bunu paylaşıyor bizimle.
Eleştiri yazarlarından helallik istiyorum ama bence konu ne teknik ne de başka bişey. Mesele algılarla ilgili. Van Gogh bir ifadesinde şöyle söylemiş “ I dream my paint, then I paint my dream- Önce hayal ederim, sonra hayallerimi boyarım “ Bence ifade çok net..
Van Goghun tekniğini kullanarak tablolar yapan nice insan vardır. Ama neden Van Gogh? Çünkü o önce görebildi, sonra boyadı. Derinlik kazandırsın diye kuşbakışı bir çizim yapmadı, ölümü temsil etsin diye tabloya söğüt ağacı eklemedi. Zihninde o tablo nasıl canlandıysa onu aktardı. Zihninde nasıl canlandırdığı ise Van Gogh’un  bilinçaltına kadar inmeyi gerektirir, ya da sadece Van Gogh'a lütfedilen bir özelliktir.. 
Velhasılı, yaz denince yazılmaz, çiz denince çizilmez. Vuruşçuluğu kullan, etkili olsun, şu öğeyi ekle şunu hissetsinler denince de olmaz. Olanlar var, sergide yer alıyorlar, raflarda popüler duruyorlar. Ama istediğimiz ne? İstediğimiz popüler olmak mı, çok satmak mı yoksa Van Gogh olmak mı? Sen çıtayı tam olarak nereye koymayı tercih ediyorsun.. Hmm, emin ol Allah onu da nasip eder değerli okurlarım. O yüzden ne hayal ettiğimiz önemli..
Sağlık ve selametle!


Ağustos 15, 2017

Sihirli Değnek ya da türevleri


Şermin Çarkacının ev yapımı sihirli değnek kitabını yakın zamanda okudum. Bazen vay be ne kadar aynıyız dedim, bazen bayağı bayağı aynı düşünüyoruz dedim J  Bu yazıda kitabın analizini yapmayacağım ama kendimden örnekler de vererek ev yapımı sihirli değneğime nasıl ulaştığımı anlatmaya çalışacağım.

Aslında bana göre sihirli değnek farkındalık ile başlıyor. Hayatın, ömrün, sizi sıkan şeylerin, kültürün, insanların,çeşitliliğin farkında olmak.. Aydınlanmak neymiş o zaman anlıyor insan. Farkındalık, herkes için farklı olaylarda başlayabilir bence. Kimi için yeni gerçekleştirdiği doğum, kimi için yeni atlattığı bir hastalık ya da kimi için yer değiştirmek. Benimki daha öncesinde başladı ama en açıkça gözüktüğü şey yer değişikliği oldu.

Detaylıca düşündüm neden etkiler yer değişikliği diye. Çünkü ; yalnızsın, bambaşka  bir kültür içindesin, bir metroya bindiğinde 8 farklı ülke insanıyla yolculuk yapıyorsun, (eğer anadilin değilse)  her konuşulanı anlamıyorsun, yani az duyup az konuşup çok düşünüyorsun. Sadece düşünmek de değil, tüm duyuların daha açık oluyor. Bir de kısıtlı zaman eklenince tüm bunlara,  alıcıların apaçık oluveriyor.

Şermin Çarkacının kitabında vermeye çalıştığı mesaj ile benim Erasmusda düşündüklerim birebir aynıydı. Birincisi kısıtlı bir zamanım ve değerlendirmem gereken fazlaca şey vardı. Kütüphane, bahçeler, müzeler, düzenlenen eventler, gözlemlenecek çocuklar. Tüm bunları yapmak için de erken kalkmak, zamanı verimli kullanmak, anı yaşamak ve anı hissetmek gerekiyordu. Tamam bu iyiydi ama ben başka bişey düşündüm. Ömür? Ömür de kısıtlı değil mi?Üstelik sonunu da bilmiyoruz. Yaşadığım, üzerinde bulunduğum an kısıtlı ve geçiyor. O zaman verimli kullanmam lazım. Ömür ilerlerken dönüp baktığımda, bugünü dünden bir adım öteye götürmem, bir işi bırakıp diğerine atılmam, emek vermem gerekiyordu.

İngilterede birbirinden farklı olaylar yaşadım ama beni en çok etkileyen sorunlara karşı tepkileriydi. Durduk yere metrolar çalışmayabiliyor, trenler kalkmıyor, evrakları alabilmek zaman alıyordu. Ama bu insanlar sorun üzerinde saatlerce durmuyor, öfkesini ve nefretini görevliden çıkarmıyor, taşa duvara tekme atmıyordu. Anında başka bir yol bulmaya çalışıyor ve görevliye “teşekkür” ederek ayrılıyordu oradan. Çünkü zaman değerliydi. Öfkeyle, mızırdanmakla geçirmeyecek kadar değerli. Sorun istersen o çok, seni farklı kılacak olan üstesinden gelebilmen.

Ayrıca bazı şeyler de nasip. Tren yoksa, gidemiyorsan, çözüm de bulamadıysan , demekki Nasip. Orada takılı kalıp, kör talihim diye sızlanmanın bir faydası yok.  Olmadı, nasipseydi, olurdu, Allahın daha güzel bir planı vardı senin için o yüzden şimdilik olmadı.

Bir de güzel şeyler sana gelmiyorsa sen onlara git mottosu var. Ülkede güneş gözğkmediğinden, onun ayrı bir değeri var vatandaşlarca ^.^ Camı açtılar, güneş mi var, koşşş Green Parka. Bayağı sahilde güneşlenircesine güneşleniyorlar. Harika değil mi? Öyle bu işler, güzeli gördüğün anda tut, yakala, bırakma.

Neden zaman önemli, neden nasip, neden güzel şeylere gitmek gerekiyor biliyor musun? Çünkü anı biriktiriyoruz. Yaşam anıları. Hayatı kocaman bir albüm gibi düşün mesela. Hergüne bir anı koyuyoruz. Aileden, işten, okuldan, arkadaştan ya da çocuktan.. Albüme eklediğin her anı değerli. Bu bazen pencerenin önüne koyduğun çiçekle, bazen pişirdiğin kurabiyeyle, bazen bir iş için döktüğün alınteri ile güzelleşecek. Belki, bazen gösterdiğin sabır ile, bazen kriz çözme kabiliyetinle zenginleşecek. Sen uzat listeni uzatabildiğin kadar.


Ben Cansu’nun Yaşam Anıları albümüne sıfır kilometre bir benlikle başladım. Bu yazıyı da kendime yazdım, herkes okusun diye.. Sen de başla albümüne.. 

Mayıs 15, 2017

Royal Enstitü Günleri


Buralara gelmeden önce, acaba Royale de yolum düşer mi diye aklımdan geçirmiştim. Çok istemişim, o düşüncem dua olmuş meğersem.

Royal Enstitü benim youtubedan takip ettiğim, küçük yaşlardan itibaren anlamlı deneyler yapmayı önemseyen, bilimin konuşulmasını, bilim insanı ve çocuk arasında bağlantı kurulmasını önemseyen vurgulayan bir kurum. Kuruluşu çok eskilere dayanıyor, pek çok önemli bilim insanına da yuva olmuş vakti zamanında. Hatta kadınların üniversite eğitimi alınmasına engel olunduğu zamanlarda, tüm yargıları yıkıp din dil ırk cinsiyet fark etmeksizin bilim yapan herkese kapısını açan Royal Enstitü olmuş.

Royalde eğitim vermeden önce bir tanışma ve bilgilendirme günü oldu. Kısaca çalıştığımız alanlardan bahsettikten sonra Royal Enstitünün tarihi hakkında bilgilendirme yaptılar. Bizi bilgilendiren yapım koordinatörü Welcome dedikten sonra “Siz artık Royal Enstitü ailesinin bir üyesisiniz” dedi. Bu çok önemliydi benim için. Var olduğunuz yer sizi benimsediğinde, bunu gerçekten hissederek söylediğinde otomatik olarak kendinizi daha huzurlu hissediyorsunuz. Çünkü orası eleştirildiğiniz ve karşılaştırıldığınız bir yer olmaktan çıkıp, el ele verip güzel işler yapmaya doğru sizi destekleyen bir yuva haline geliyor bi anda.
Ardından yapılacak deneyler hakkında birkaç kısa denemeler yaptık ve Faraday Müzesini gezerek günü tamamladık.

Müzeyi ve enstitüyü gezerken, daha önce de bahsettiğim gibi burası halktan uzak bilim yapan bir yer değildi. Müzesi, kafesi, çalışma salonları, tiyatro salonları ve laboratuarları ile bilimin yapıldığı ve paylaşıldığı bir yer halindeydi. Özellikle bizim de eğitim aldığımız “Young Scientist- Genç Bilim İnsanları” bölümü çok şirindi. Boğaziçi Üniversitesinde Fen Eğitimi aldığımız laboratuar şeklinde dizayn edilen sınıfımıza benziyordu. Bu laboratuar bilime adım atacak yeni nesillere açılıyordu.
Müze ise oldukça anlamlıydı. Oradan gelmiş geçmiş bilim insanlarının çalışma odaları, kullandıkları aletler ve buldukları sergilenmişti. İşte bilim hep bizden çıkıyor der gibi.  Eh o kadar da havalarını atsınlar değil mi =)

Eğitim günü geldi. Tüm gönüllüleri toplayıp bir konuşma yaptılar öncesinde. Koordinatörün, teşekkürün ardından söylediği ilk şey “Burada hiç kimsenin size kaba davranmasını göz ardı etmeyiz. Bu sebeple aile veya çocuklardan ne sebeple olursa olsun kaba bir davranış gördüğünüzde bunları bize bildirin.” cümlesi oldu. Ailemizin üyesisiniz’den sonra benden 100 puan aldıkları ikinci nokta burası oldu. Pek çok kez fark ettiğim gibi o anda fark ettim ki, bu ülke ve bu ülkenin insanları ilişkilerini en başta karşılıklı saygıya dayalı olarak kuruyorlar. Öğretmen öğrenci, veli öğrence, öğretmen kurum, veli kurum fark etmez.. Saygı, gereken ilk kural.

Eğitim, aile ve çocukların dahil olduğu, oldukça fazla sayıda deneyin yapıldığı bir gündü. Yaş seviyesi 6-12 olarak değişiyordu ama benim 3 yaşında da öğrencim oldu =)) Eğitim en önemli noktalarından biri aslında aile ve çocuk arasında etkileşim kurmaktı. Yani yapım koordinatörünün sürekli vurguladığı şey buydu. Zaten youtubeda paylaştıkları videolarda da deneyi çocuğun ailesi ile birlikte yaptırdıklarını ifade etti. Çünkü enstitüye göre, çocuklar evlerinde bilimi konuşurlarsa, aileleriyle bilim muhabbeti yaparlarsa farkındalıkları artacaktı. Bu sebeple deneyler boyunca zaman zaman çocukla iletişim kursam da aileyi bunun içine katmaya ve kendi aralarında sohbet etmelerine izin vermeye de özen gösterdim.

Onca çocuk geldi geçti, onca iş yaptık, onca deney prosedürü uyguladık, bir kere olsun çocukları uyarma gereksinimi duymadım. O videolarda izlediğimiz çocuklar gerçekmiş, vallahi gerçekmiş onlar. Çok iyi dinleyen, kulak veren, anlamaya çalışan, kendisi üreten, uygularken sabreden, gerekirse bekleyen, sırasını bilen, diğer arkadaşına da saygı gösteren, uygularken zevk alan, tekrar ve tekrar yapmak istediği halde bir sonrakini düşünüp tekrar sıraya giren ne tatlı çocuklardı. Her defasında onlarla birlikte ben de zevk aldım ve günün sonunda kayıp bir sesim olsa da yüzüm hiç asılmadı. Hatta deney sırasında yer değiştirdiğimiz Kathy de bunu fark edip birlikte aynı ortamda çalışmanın ne kadar güzel olduğunu söyledi.

Tabi Kathy nerden bilsin biz ülkede deneyleri kan ter içinde yaptırıyoruz, bu ne ki yorulmadım bile ^.^

Eğitimden sonra çokça düşündüm. Koca bir etkinlikte anlamsız bir deney bile yoktu. Her deneyin sonunda çocuklar gerçekten hayatla ilgili önemli bilgiler alarak ayrıldı. Bilimi  KONUŞTULAR. Sadece bikaç kimyasalı bir araya döküp hop oldu bitti yapmadık. Deneyler köpürdüğünde, alev çıktığında ve çocuk bilim deneyince bunları hatırladığında bize hiçbir şey kazandırmayacak. Eğer çocuk, hayatıyla ilgili, elindeki yaranın nasıl iyileştiğini,  bitkinin de kendi gibi terlediğini, patatesin de insanında şeker depoladığını ama farklı şekilde depoladığını öğrendiğinde zevk alıyorsa, işte o zaman bilim daha iyi bir yere gelecek Türkiye’de. Yoksa bir sihirbazlık gösterisi, bir İllüzyondan farkı olmayacak, üzgünüm dost acı söyler.

Umuyorum bir gün benim ülkemde de, bilim insanları ve halk bir araya gelir, vakit geçirir, gerçekleri konuşur. Umuyorum bizim çocuklarımız da hiçbir korku ögesi olmadan, gerçekten saygılı davranmayı öğrenir, saygılı davranmanın güzel olduğu zevkiyle bunu öğrenir. Umarım bir gün biz de evlerimizde bilim sohbetleri yaparız, sofradaki yemekten, bahçedeki taştan.. Umarım, bilimin ne olduğunu bilen eğitmenlerimiz olur.


Sevgi ve çok umutla.. 

Nisan 14, 2017

Kavuştuğum hayallerim, kavuşacaklarıma olan inancım..


Küçükken hiç böyle kitaplarım olmamıştı. Böyle büyük, resimli, kalın kapaklı ..O zamanlarda severdim kitap okumayı ama kitap dediğimiz şey de pahalıydı ne yapalım.

Geriye dönünce zihnimde secrenshotlar beliriyor o zamanlara dair. Mesela bi eniştem vardı, kuponlar biriktirip kitap alabiliyordu ama benim okumaya geçtiğim vakitlere yetişmemişti sanırım onlar. Sonra diğer kuzenime bi set kitap getirdiğini görmüştüm. İlk okuma kitabı gibi bişeydi, yeşil kapaklı bi kitap seti.. Ülkeye gizlice sokulmuş kaçak bi eser gibi hızlıca eve sokulmuştu.. : )

Bir tatide karneyi aldıktan sonra annem “Ayşegül tatilde” kitabını almıştı. Resimlerine, konusuna hayran olmuştum, evirip çevirip okumuştum onu. O zamanki oturduğumuz evin önünde incir ağacının altında, amcamın tahtalardan yaptığı iskemlenin üzerinde tekrar ve tekrar okudum..

Her zaman ve çok sayıda kitap alamayınca, yaşıtım bir arkadaşımla kitaplarımızı değiştirmiştik bir defasında. Onun kitabı çok güzeldi. Ördeklerle ilgili bi kitaptı. Sayfaları da ördek şeklinde kesilmişti. Büyülenmiştim. (O zamanlar da yaratıcılık ve estetik beni etkiliyormuş ^.^) Çok tatlı bir deneyimdi benim için.

Uzaktan bir akrabamız vardı, komşumuzdu aynı zamanda. O da severdi kitapları (hala da sevdiğini düşünüyorum.) Onun da üç boyutlu bir kitabı vardı. Böyle sayfayı açınca o dünyanın içine doğru seni çeken kitaplardan. O kadar hoşuma gitmişti ki.. O kitabı açışımı, tekrar kapatışımı, tekrar açışımı, kağıtların nasıl kıvrılarak içine girdiğini seyretişimi hepsini hatırlıyorum. Oradaki heyecan ve şaşkınlığımı da.

Bi başka yaz yine, annemle kırtasiyede bir şeyler almak için girmiştik. Çekingen ve korkak gözlerime çok dayanamamıştı sanırım bi kitap almama izin vermişti. Sonra “Küçük Kemancı” adında bir kitabı almıştım. Konusunu hiç hatırlamıyorum hatta bıraktığı etkiyi de hatırlamıyorum ama bir etki bıraktığını biliyorum. Sanırım bu kitabı aldığımda 10 yaşında falandım.. 19 yaşında  keman çalmaya başlamıştım.


Kitaplara erişmek istediğimde 8 yaşındaydım. Şimdi 25 yaşındayım, Londra’dayım. En güzel çocuk kütüphanelerinin ve kitaplarının olduğu yerde. Üstelik tüm kitapları okumama iznim ve yetkim var.. Her hafta bir heybe dolusu çocuk kitabıyla geliyorum eve. Kalın kapaklı, renkli, büyük, minicik, üç boyutlu, şekilli ya da düz.. Çeşit çeşit milyonlarca kitap. Ne biliyim, bu sanki ödül değil mi? Teşekkürler Allahım..

Şubat 09, 2017

Museum of Childhood- Çocukluk Müzesi


Çocuklar için eğitim sistemini öğrenen, çocuklar için araştırmalar yapan, çocuklar için onların kitaplarını okuyan biri olarak yapmazsam olmazların arasında elbette “Museum of Childhood- Çocukluk müzesi” vardı. Yine bana çok şey katacağına inanarak, bir elimde fotoğraf makinem, çantamda elmamla çıktım yollara.
Boyama veya etkinlik yapılan masalar
2-3 yaş grubu için hazırlanan oyun bölümü

2 katlı, kocaman bahçeli, yüksek tavanlı bir müzeydi Museum of Childhood da diğerleri gibi. Geçmişten günümüze pek çok oyuncak çeşitlerini bir kata sıralamışlardı. Camekanların içerisinde bulunan oyuncakların yanında, çocuklar için oyun alanları, yemek ve alışveriş bölümü de vardı.

scooter
İlk tahta scooterdan tutun, trenlere, atlı karıncalardan, akıl oyunlarına kadar pek çok oyuncağı gözlemlemiş oldum. Tabi insan kendi hayatından deneyimler bulduğunda daha güçlü bir ilişki kuruyor. Mesela, küçükken kartondan elbiselerle giydirdiğimiz karton bebekler vardı. Acayip severdim onu, bir gazeten çıkıyordu sanırım. Muhtemelen bana da eniştem getirmişti. Onu gördüm bir bölümde. Yine bir başka yerde Legolar gördüm. Oturup saatlerce tek başıma zevkle oynadığım Legolar.. Başka bir yerde şu gerçek gibi olan bebeklerden gördüm, çok istemiştim küçükken sonra da Eminönü’nün ortasında ortalığı yıka yıka aldırmıştım bir tane.
tren istasyonu

bebek giydirmece 

Fakat bu müzeyi güzel yapan başka noktalar vardı. Çocuklarla ilgili olan müzelerde gördüğüm ortak nokta interaktif oyunların ya da ürünlerin olması. Yani çocuk sadece gezip oyuncaklara bakmıyor. Bazen oraya konan atın üzerinde sallanabiliyor, bazen ailesi ile hikaye üretebiliyor, bazen demir tozu ve magnetlerle bir yüze saç sakal bıyık yapıyor. Bunlarla ilgili video çektim, instagram üzerinden paylaşacağım ^.^
Şimdi bi kaç oyuncak önerisinde bulunacağım. Birincisi bloklar üzerindeki resmi tamamlamayı hedefleyen bir oyuncak. Resimdeki kadar kompleks düşünmeye gerek yok. Doktorların ağzımıza baktıkları o tahta çubukları yan yana getirip üzerine bir resim çizebilirsiniz. 3-4 yaş arası için bir çeşit puzzle olacaktır. Bir sonrakini tamamlayabilme önemli bir beceri bu yaş grubu için. Hem iki tarafını da kullabilirsiniz. Böylelikle bi taşla iki puzzle :)





Bir diğeri yine tahta bloklardan oluşuyor. Bu oyuncak tam 10£ idi, yani 45 tl -_- Bende fiyatı görünce bırakıp, ben kendim yaparım ki dedim =)) Küp blokların 6 yüzeyinde de farklı resimler bulunuyor, bunlardan mesela üçünü zar gibi çevirip atıyorsunuz ve sonra resimlerle ilişkili bir hikaye kuruyorsunuz. Çocuğunuz ya da öğrenciniz için hayal gücünü ve yaratıcılığını arttıran, bişeyler üretmesini sağlayan dolayısıyla da beyin gelişimi olumlu yönde etkileyen bir aktivite. Bunu illa bir tahta küpe yazmak zorunda değilsiniz. Birkaç taşın üzerine çizip “ Hikayeni anlat” oyunu yapabilirsiniz. Belki de yakınınızda bir marangozdan böyle tahta bloklar rica edebilirsiniz =)

Diğer oyuncağımız ise “Hadi balık tutmaya gidelim”. Bu oyuncağımız da epey pahalı olunca, tarafımdan anında olduğu yere geri bırakıldı =)) Zira bu da evlerimizde yapılabilir. Hatta ben magnetizm dersinde yapmayı planlamıştım ama kısmet olmamıştı. Şöyle ki, bir mukavvadan balık şeklinde resimler kesip çocuğunuz ya da öğrencinizin bunları boyamasını isteyebilirsiniz. Ardından, Balıklara minik mıknatıslar yapıştırın. ( kebapçıların, çiğköftecilerin ve bilimum şirketlerin reklam amacıyla kapımıza bıraktıkları buzdolabı magnetlerini de yapıştırabilirsiniz). Ardından doğa turunda topladığınız çalılardan olta yapın ve bir ip ile mıknatısınızı dalınıza sabitleyin. Sonra koltuğun tepesine çıkıp balık tutun ^.^
                Müzedeki birkaç duvar yazısıyla sona gelelim. Diyorlar ki, yaratıcı oyun çocukların çevresinde zaten alışık olduğu malzemelere ortaya çıkar. Oyuncaklar, hikayeler, günlük eşyalar çocuğun kendi dünyasını oluşturmasını sağlar. Bu malzemelerle, kendi kendilerine oynayabilirler, arkadaşlarıyla oynayabilirler, ya da hayal arkadaşlarıyla oynayabilirler. Basit bir kutu bile yeterlidir onlar için. Basit şekiller, oyuncağı istedikleri gibi hayal etmelerine olanak sağlar. Önü ve arkası olmayan bir araba, yüzgeçleri olmayan bir bot gibi.. Bu nesneler, çocuk nasıl hayal ederse o nesne olur :) Sonra uçuşsun fikirler..
                Fikir güzeldir, uçuşursa daha güzel olur. E ne demiş Gri Kabarık Saçlı Bilim İnsanı “Zekanın gerçek göstergesi bilgi değil, hayal gücüdür!” Hayallerimiz bol, neşeli, renkli, zengin ve umut dolu olsun..

                Sevgilerimle..

Ocak 21, 2017

Kütüphanede Neler Gördüm; Çocuk Literatürü

       
UCL çocuk literatürü bölümündeki heykel
    Londraya gelirken hayallerimden biri çocuk kitapları okumak ve müze gezmekti. Üniversiteye girişimi yaptıktan sonra da ilk kontrol ettiğim yer kütüphane oldu doğal olarak. Umudum biraz da olsa çocuk kitapları bulabilmekti.. Derkeeeennn… Children’s Literature bölümünü görünce pek bir sevindim.


     Kendi üniversitemin kütüphanesini de büyük, kullanışlı ve kaynak yönünden zengin bulurum her zaman. Ama çocuk kitapları bakımından ben pek kaynak görmemiştim, özel bir alan ise zaten yoktu. O yüzden bu alan benim için oldukça faydalı olacak diye düşündüm ve incelemeye başladım

        Kütüphanede çocuk kitaplarına yakın boş bir yer arıyordum. Çok şükür onu da buldum ama bu seferde bilim kitaplarını bulmam zaman alacak diye düşünürken, ne göreyim “how weather Works”, “the seasons” gibi kitaplar. Tabi gözlerimde oluşan kalplere engel olamadım ve hey dostum dedim ne şanslısın mübarek =)) Bilim kitaplarını tam arkama yerleştirmişler, oturduğum yerden aldım kitapları. O kadar seasons ve weather görünce tamam dedim bu konudan başlayabiliriz.

        Konuyla ilgili üç kitabı inceledim, birinin ismi “air” diğerinin ismi “halacoust bus” ve diğeri “facts about weather” Birincisi okuma kitabıydı, daha küçük yaş seviyelerine uygundu, ikincisi bana daha çok öğretmenler için de somut fikirler veren bir kitap gibi geldi. Sonuncusu ise çocuk ansiklopedisi tarzındaydı. Geçmişten günümüze hava durumu ile ilgili kullanılan aletleri gösteriyordu ve bilgiler içeriyordu. Bu yazıda ise sadece birinci kitaba odaklanmak istiyorum.

        Birinci kitabımız olan Air (Hava) den başlayabiliriz. Air basit ve tek cümlelerle yazılmış, bolca resimlerin ve az yazıların olduğu bir kitap. Bu kitapta benim dikkatimi çeken içeriğinden çok son sayfasındaki kitap nasıl okunmalı konusunda yapılan bilgilendirme idi. Çünkü hepimizi kitabı elimize aldığımızda hmmm hoş kapak deyip çeviriyor, ardından da okumaya başlıyoruz. Fakat okumak bu değil aslında. Gittiğim söyleşilerde de duymuştum bunları ama kitabın arkasında yazılması da çok iyi fikir gibi geldi bana. Hadi bakalım neler yazılmış;
               
*Kitabın öncesinde neler yapılmalı;
  • ·         Kapaktaki resim hakkında çocuk ile konuşun, çocuğunuz bu kitap hakkında ne düşünüyor? Hatta başlık hakkında da konuşmalısınız. Ardından bu kitabın biri tarafından yazıldığını belirtin ve yazarın ismini söyleyin. Ayrıca kitaptaki resimlerin de bir başkası tarafından (büyük çoğunlukla) çizildiğini belirtin ve çizerin de ismini okuyun. Bu kısım aslında bir tanışma. Nasıl ki bir insanla tanışırken ismini nereli olduğunu soruyorsunuz, burada da öyle. Önce kitabın ismini ve nereli olduğunu öğreniyoruz :)
  • ·         Kitabı okumadan önce resimler hakkında konuşun. Hatta çocuğunuzun kendi hikâyesini oluşturmasına izin verin. Bu şekilde ön okuma yapmak çocuğunuza konuyu anlaması için yardımcı olacaktır. Kitabı çocuğunuza verin ve onun incelemesi için zaman tanıyın, resimlere baksın. 
  • ·         Resimleri incelerken doğru ya da yanlış olmadığını unutmayın. Çocuğunuzun önerilerini ve fikirlerini kabul edin. Çoğu sizi şaşırtacaktır. Çünkü çocuklar bizden daha yaratıcı varlıklar. İçindeki çocuğu sürekli susturan yetişkinler yaratıcı fikirler de pek geliştiremiyorlar. (  ben susturmamaya çalışıyorum, içindeki çocuk önemli.)
*Kitabın sonrasında neler yapılmalı;
·         Çocuğunuzun kitabı kendi kendine keşfetmesine izin verin. Belki sevdiği resme tekrar tekrar bakacaktır, belki hikayeyi sevdiği oyuncağına anlatacaktır. Bunu nasıl anlattığı konusunda da yanlış yoktur, bırakın dilediği gibi keşfetsin kitabı. Çocuklar tekrar edilen şeylerde huzur bulduğunu hatırlatalım burada. Aynı resime tekrar tekrar bakmak onlar için önemli. (daha önceki waldorf eğitiminde de belirtmiştim, hayatlarındaki rutinler de çocukları sakinleştiren bir etken)


*Kitabı okuma sürecinde neler yapılmalı;
  • Kitabı okurken, çizimler üzerinde konuşmak çocuğunuzun daha çok şey alabilmesini sağlayacaktır. Bu kısımda sayfa ile birebir eşleştirilmiş sorular hazırlamış yazar. İsmindenanlaşıldığı üzere kitap rüzgar ve rüzgar çeşitleri hakkında. Kitabı elde etmemiş olanlar için şöyle toparlayabiliriz;
  1. ·         Buradaki yapraklar neden yere düşmemiş?
  2. ·         Buradaki kız neden şapkasını tutuyor?
  3. ·         Şemsiyeye ne olmuş? Neden böyle olmuş olabilir?
  4. ·         Buradaki çocuk ne yapıyor? Sen hiç uçurtma uçurdun mu?


Sorular devam ediyor, bunu siz de resimlere baktıkça şekillendirebilirsiniz. Mühim nokta çocuğun resmi sorgulaması, düşünmesi, gözlem ve çıkarımlar yapması. Bu da demektir ki kitap okumanın da bir bilimi var :)


Kitabın sonundaki bilgilendirme bu kadardı, ben oldukça faydalı buldum. Hepimiz kitap okuyoruz ama kitaba dokunmuyoruz aslında. En çok da çocukların ihtiyacı var buna. Herşeyi deneyimlemeleri önemli. Resimleri incelemesi, çıkarımlar yapması, gözlemini aktarması, yaratıcılığını kullanıp yeni hikayeler oluşturması bunlar arasında sayılabilir. Eğer kitabın içine girersek, kitaptan daha çok faydalanmış olacağız. Sadece okumanın bile müthiş haz bıraktığını ve çocuk gelişimine faydası olduğunu düşündükten sonra deneyimle bunu arttırmanın etkisini hayal bile edemiyorum.
Geliştiren anne, baba ve öğretmenlerimize sevgilerimle..