Sevgili Blog,
Naber?
Naber?
Sağol elhamdüllillah
ben de iyiyim. İşler güçler koşturuyoruz. Şimdi bir çam ağacının altında, kırmızı
bir uçurtmanın ekrana yansıması ve aşırı rüzgardan şalımın gözüme girmesi halleriyle
yazıyorum. Çok şükür, halimizden şikayetimiz yok :P
Bloga yazı atmayı
seviyorum , çokça konu da birikiyor ama yoğun iş temposu buna her zaman izin de
vermiyor. Şimdi bir fırsatı, bir nefes anını bulup içimde birikenleri yazmak
vakti. .
Dün itibariyle
Geleceğimin Teknoloji Yıldızları seçmelerini tamamladık. Soru hazırlığı,
düzenlemeleri, gözetmenliği, sıralaması, proje konu seçimi, organizasyonu
derken epey çalıştık. Dün de eğitime seçilecek yıldızlarımıza en yakın olduğumuz
gündü.
Belki yazılanlar
ve kelimeler çok klişe gelecek şimdi okurken ama benim içimin baharını bilen
bilir. O içimdeki bahar ile çocukları nasıl gördüğümü de bilen bilir. ( yani
yazar diyorki, istediğim klişeyi kullanırım, neö var? 😊 )
Saatler 9’a
yaklaşırken biz de alana doğru ilerliyorduk. İlk ekran görüntüsünü orada aldı
zihnim. Bir baba ve oğlu alanın nerede olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Ve tabiki ''bir telaş gördüm sanki’’😊 O an da içimde sevinçli bir sıcaklık
oluşurken, bir ses duydum pek sevdiğim. ‘’ Telaş yapma baba, daha 1 saat var’’.
Evet, artık gençler sakinleştiriyordu ebeveynleri.
Yolumuzda
ilerledik.. Alana doğru giden anneli- oğullu, babalı- kızlı , kardeşli ve büyük
aileli topluluklar da ilerliyordu. Çocukların heyecanını, biraz stresini,
umutlarını, hedeflerini, gözlerindeki ışıltıyı, ellerindeki teri, ben de içimde
hissediyordum sanki.. Ve en sevdiğim şeydi, bisürü güzel duyguyu eş zamanlı
yaşamak.. Bi yerlerde uyuşmuş hücrelerim falan vardıysa hepsini birden ayağa
kaldırıyor, sanki elinde meşale taşıyor gibi koşturuyordu bu duygu karışımı.
Alana birikmiş koca
bir topluluk.. Hepsi çocuğunun en hızlı şekilde içeri geçmesini istiyordu.. Ve en
sorunsuz şekilde.. Ve hiç beklemeden.. Ve sakince sırasını bekleyen çocuklarını
hafif dürterek : ) O da güzeldi, herkesin gayesi kendileri kadar temizdi.. Ülkede
hazırlanan eğitim şansına, çalışmalarıyla umut vaad eden çocuklarını dahil
edebilmekti.. Bunu görmek kalbime bir ağrı da saplatıyordu bir yandan, ‘’Allahım
hikmetli kararlar alarak seçelim yıldızlarımızı ve Güç ver en iyi eğitimi
hazırlayalım onlar için’’ default bir dua olarak süzülüyordu içime.
İçeri girdik..
Koca bir alan, minicik çocuklar.. Ellerinde evinden getirdiği geri dönüşüm
ürünleri, zihinlerinde ipucu verilmiş konuya dair fikirler ve gözlerinde
pırıltı.. Her çocuğun gözünde nasıl oluyor bu pırıltı? Görünmüyor ya hani
yetişkinlerde, nedenki..
Vakit geldi, süre
başladı.. Eller motor, pil ve kablolar ile kesilen pipetlerde, kürdan takılan
plastik kapaklar arasında dolaşmaya başladı.. Çoğu gayet rahattı, evindeki
çalışma masasında çalışıyormuşçasına.. Kimi biraz gözleri dolu.. Ve ben, tabi ki,
hemen bulurdum gözleri dolu olanı..
Gözyaşı donakalmış
bir elagözün yanına yaklaştım.. Ben yapamam dedi, takamam bu motoru..
Bilmiyorum ki nasıl yapacağımı.. Sohbet ettik, amann dedim boşver projeyi : )) Biraz
konuşunca, önemli olan kurabilmen değil ama fikirlerini duymayı çok istiyorum
deyince, daha çok zamanımız var, birlikte yemek yiyeceğiz, sonra biraz da resim
çizeceğiz hatta deyince tekrar döndü malzemelerin başına.. Ve devam etti sonuna
kadar..
Bir başka gözü
yaşlı daha buldum iki bin öğrencinin arasında.. Ben bilmiyorum nasıl yapacağımı
dedi.. Yine kenara ittik projeyi.. Hangi oyuncakları seversin dedim? Top
oynamayı dedi.. Başka var mı sevdiğin diye sordum, bi de pateni severim dedi..
Resim çizmeyi de sever misin dedim.. Çizerim dedi, o zaman projeni önce çiz
sonra başlarsın olur mu diye sordum, onaylayınca yanından ayrıldım.. Belki 10
dk sonra tekrar geldi yanıma, çıkmak istediğini söyledi.. Annesiyle haberleşip
çıkışa getirdim.. Sınavda -hani o ellerimizle hazırladığımız zor sınavda- 18. Olmuş
meğer.. İçimde bir hüzünle, daha fazla kalması için zorlamadan tercihi ona
bıraktım.. Seneye muhakkak yine görmek istediğimi söyledim, inşallah yine
görebilirim ..
Değerlendirmeler
başlayınca, devresini kuramayan bi sürü çocuk geldi karşımıza.. Ama çokça
anlattı aracının özelliklerini.. Projeyi çok güzel araştırmıştı belli..
Dinlerken içimizi de kıpırdattı.. Bu kadar güzel araştıran, emek veren, fikir
oluşturan, tasarlayan, yaşına rağmen bu büyük organizasyonda, bu büyük salonda
o çalışmasını minicik elleriyle tamamlayan, karşımıza gelip sunan, kendini
özgüvenle ifade eden, umut veren, ruh aydınlatan tüm ‘’geleceğimin yıldızlarını’’
dinledik..
Kimi devreyi hiç
kuramamış, kimi anahtarı kullanamamış kabloyu takınca ilerletebilmiş, kimi kabloyu
sabitleyip pil yatağını çıkararak devreyi tasarlamış birsürü öğrenci vardı.. Değerlendirirken
5 farklı kriter vardı ve devre kurabilmek bunlardan sadece 1 tanesiydi.. Hatta
diğer çalışmayı da dikkate alırsak öğrenciyi %10 oranında etkiliyordu.. Hele
hele devre elemanlarından birini kullanamamak ~anahtar mesela ~ öğrenciyi %2
etkiliyordu..
Yani devreyi
kuramayan asla kaybetmiyordu..Ama vazgeçen için durum öyle değildi.
Kendimi düşündüm,
verilen malzemeyi kullanmayı bilmesem çıkmak isteyebilirdim.. Ya da çoğunu
bilip anahtarı takamasam morelim çok bozulurdu.. Hadi diyelim direndim sınavdan
çıkmadım, açıklayabilir miydim acaba kendimi o morelle?
Bu önemli bir
bakış açısı sanki hayatı gördüğümüz.. Daha önce deneyimlemediğimiz bir zorlukla
karşılaştığımızda pes mi ediyoruz, yoksa ‘’deneyeceğim, dur bakalım.. Şunu da
bilmiyorum ama hadi bu da böyle olsun, yeter ki ben gönlümdekini bir anlatayım’’
mı diyoruz?
Yakın zamanda izlediğim
bir videoyu paylaşmak istiyorum tam bu noktada
Ted Talks- Self
Confident
Özgüvenle ilgili
bu konuşmada Amerikan futbol takıma çocuklarını dahil etmek isteyen ailelerin
sorusuyla başlıyor.. Çocuğum takıma girmek için ne yapmalı? En iyi yaptığı şeyi
soruyor koç hemen.. Hızlı koşar, alanı çok iyi görür, sol ayağı çok iyidir gibi
yorumlar geliyor ailelerden..
Koç ise şunu ifade ediyor, aradığım şey ‘’özgüven’’.
Bu yetenek olmadan soccer takımda hiçizdir diyor.. ‘’bu yetenek olmadan’’..
Çünkü ‘’kendine olan görüş ve inancını kaybedersen, işimiz bitti demektir.’’
Peki nedir özgüven ; ne zorlukta ya da ne biçimde olursa olsun herhangi bir
görevi tamamlamak adına kendimize olan inancımız. Bunu gerçekleştirmenin yolu
olarak ise ‘’tekrarlama- pratik yapmak’’ ve ‘’zihnimizdeki negatif söylemleri
durdurmak’’ olarak ifade ediyor..
Etrafımızda yeterince ‘’ yapamayacağımıza’’
dair söylemler duyuyoruz.. Fakat biz niye söylüyoruz bunları kendimize?
Düşüncelerin, eylemleri etkilediğini bile bile niye durdurmuyoruz bu mikroplu yapamazsın
fikrini.. Neden kendi söylememizi dolaştırmıyoruz zihinlerimizde? ‘’Ben çok
iyiyim. ‘’ ‘’Kendi gemimim kaptanıyım’’ , ‘’yapabilirim’’ , ‘’elimden geleni
yapmadan gitmiyorum hiçbir yere!’’
…
Bazen düşüyoruz,
içimizdeki ‘’yapamazsın’’cılar da tam o zaman ayağa kalkıyor. Sonra fark
ediyoruz ki vazgeçince kaybetmişiz bir anda..
Şimdi
temizliyoruz zihindeki o söylemleri.. Kendimizinkini yerleştiriyoruz. ‘’İçimdeki
coşkuya inanıyorum, sonuna kadar devam ediyorum’’ Ve Nil’e Hayat Dersleri
kitabındaki ifade ile ‘’Hazırlayın atları, yola koyuluyoruz!’’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder