Ekim 10, 2019

1.Korku Kültürü Gebelik Muharebesi





Merhaba
Hola!
Hi!
Essalamun Aleyküm

Yine internasyonal ruhum, internasyonel bir giriş yaptı.
Izdıraplı, acılı, vah vahlı, tüh tühlü bir konu var bir bulut gibi tepemde ayrılmayan.
Onu yazacağım.

Gün geçmiyor ki Türklerdeki o yaygın korku ve kaygı kültürüne tanıklık etmeyeyim, umutsuz sahneler görmeyeyim. Aslında tüm konular için geçerli olan bu korku kültürü, şuanda benim için gündem olan hamilelik için çok geçerli.

Çok çok öncesinde her şey şöyle başlamıştı:
-Ahhh, annelik. Dünyanın en güzel duygusu.
-Onu kucağıma verdikleri an, bu duygunun eşi benzeri yok.
-Hayatım ondan önce tatsızmış, şimdi tek önceliğim ve tadım o.
Bu zamanlarda, “he tabi, güzel bişey ya, çocuk dediğin sevimli bir varlık, doğrudur, aynen ablacım, aynen kardaşım” idi içimden geçenler..

Amma velakin.. O haberi aldığım andan itibaren hiçbir şey ve hiç kimse eskisi gibi olmadı. Cümleler kendini değiştirdi ve şu hale büründü:
-İyi iyi, uykunu bol al, bi daha şansın olmayacak.
-Kusmaya bi başla, dünyanın kaç bucak olduğunu göreceksin.
-Ah o bel ağrıları..
-Ben 2. Ayda bir başladım, 6. Aya kadar kusa kusa geberdim.
-Son üç ay 6 tane yastıkla yatıyordum.
-Ben tam 18 saatte doğurdum!
-BU DAHA İYİ GÜNLERİN!

Hmm.. Demek öyle, demek 1.Korku Kültürü Gebelik Muharebesi başladı. Demek, istediğiniz şey bu. MUHAREBE ACCEPTED CİGERİM!

İnsanlar ve konuştukları bu cümleleri uzaktan dinledim, daha doğrusu çok yakınlarında, ta diplerinde otururken onlara çok uzaktım, ama fark etmediler.

Evet bu yeni tecrübe edeceğimiz yolculukta bilmediğimiz ve daha önce tecrübe etmediğimiz pek çok şey yaşayacağız. İlkokula başladığımız ilk gün kadar yeni, başka bir okulda projeye katıldığımız gün kadar yeni, bir işe girdiğimiz o an kadar yeni, yabancı bir ülkede aylarca yaşadığımız o vakit kadar yeni bir tecrübe. Fakat, her şeyde olduğu gibi, bu yeni konuda da, deneyimlerimizi yine bizim onlara yaklaşımımız şekillendirmeyecek mi? Korku, endişe, tedirginlikle mi yaklaşıyor olacağız? Süreci öfkemiz, şikayetlerimizle mi geçireceğiz? Yoksa kabul ederek, severek ve isteyerek mi?

Her an yaşıyoruz, her an yeni deneyimler katıyoruz. Her anı tüm korku-tedirginlik-ah vah- yazık tühle mi geçirmeyi tercih ediyoruz? Yoksa yeni bir öğrenme olarak mı görüyoruz? Yürümeye ilk başlayan bir bebenin, ilk adımı attığındaki heyecan ve mutlulukla mı karşılıyoruz yoksa?

Konunun biraz biyolojisine girelim hatta. Bir kan pulcuğundan yaşam başlıyor, bir insanın vücudundan, bir insanı yaratmak için. Bir susam tanesi kadarken büyüyor, büyüyor ve dünyaya geliyor. Bir kan pulcuğunun 3’e bölünmesi, iç-dış-sinirleri oluşturması için ayrılması ve özelleşmesi, daha üzüm tanesi kadarken tüm organlarının gelişmesi, her gün yeni bir özellikle kendini güncelleyerek parmak izi, kaş kirpik, diş oyukları oluşturması, kalbinin taaaa en başlardayken güm güm güm diye atması.. Yeterince mucizevi gelmiyor mu kulağa? Daha şok edici ve düşündükçe baş ağrısı yapan yanı ise, tüm bunların yine bir başka insanın vücudunda olması hiç mi mucizevi gelmiyor? Vücutta tüm bunlar olurken, bırakın mide bulantısını, yataktan kalkmadan beklemek zorunda kalabilirdik farkında mıyız? Allah ne kadar merhametli. Biz, içimizde bir canlının oluşması için ekstra hiçbir şey yapmazken, O bizi hayatımıza devam ettirecek kadar da rahat ettiriyor. Hala O’nun nimetlerini inkar edip, şikayet mi edeceğiz? Yok, bence o kafanızı değiştirin.

Bu toplumsal aktarılan kültür bizimle birlikte devam edecektir muhakkak.. Hamilelik boyunca bir haftamızın diğerinden daha kötü olacağına bizi inandırmaya çalışan güruhtan bahsediyorum.

 Ağızlarında hep “bu daha iyi günlerin!” sloganı olacak. Siz “eeee bacım sonraaaa” deseniz de hep aynı şeyi diyecek. Her günümüz güzel geçerken, onlar hep ilerdeki günün kötü olacağını demeye çalışacak bize. Ama hamd ile, her günümüz hakkaten “daha iyi günlerim oldu yav.. Ehe, bugün de daha daha iyi günüm oldu.” diyeceğiz bıyıkaltı gülerek.

Aldığınız kilo ona dert olacak, çatlaklarınız ya da selülitleriniz bir başkası ile konuşmak için önemli bir konusu haline gelecek. Yok canım dedikodu yapmayacaklar, olanı konuşuyorlar.

Kimsenin, kimseyi olduğu gibi kabul etmediği, enerjilerin kuantumların kafa yapılarını değiştirmeyi başaramadığı Türk kültürünü, kendimden başlayarak değiştiriyorum.

Canım üniversitemin kattığı inguluççe sayesinde, sadece yurtdışındakileri dinliyorum. Bizim memleketlerde “gavur” diye tabir edilen bir kadının doğum ve emzirme süreciyle ilgili söylediği cümle, onlarca “Müslüman” kadından duyduğumdan daha güzel ; “Çok mutluyum. Vücudum bir bebeğin gelişmesine izin verdi, hatta onu emzirebildim bile. Bu inanılmaz bir mucize”.

Kültürden ve konudan çok bağımsızca soruyorum: Ne zaman gerçek bir Müslüman gibi davranmayı öğrenebileceğiz? Bir “gavur” kadar olmayı başarabileceğiz mesela. Şimdi dön ve bunu sor kendine.

Selametle.






Mart 15, 2019

Kabule Geç


Bugün yine ilginç günlerden biriydi. Birbirleriyle ilişkili şeyleri üst üste yaşamak o günü heycanlı hale getiriyor benim için. Çünkü hiçbir zaman olayların alelade gerçekleştiğine inanmamışımdır. 

Okuduğum, gördüğüm, duyduğum şeyler içinde muhakkak ya benim içimden bir doku vardır, ya da benim içimdeki bir şeyi hatırlatmaya çalışan bir tını. Gün ilerledikçe, böyle bir gün olduğunu keşfettim.

Bugün, sabaha “Çocuk Yazını” websitesinden bir bölüm okuyarak başlamak istemiştim.. Yakın zamandır keşfettiğim, meraklısı ve sevdalısı olduğum çocuk kitaplarıyla ilgili nitelikli yazıların, röportajların olduğu bir site. Arşivden haziran ayını seçip Feridun Oral’ın “Farklı ama aynı” eseriyle ilgili yazıyı okudum..

Sonra zaman geçti. Öğle arasında yemeğin karşısında birşeyler dinlemek için Aytül Akal röportajlarını dinlemeye başladım. Farklılıklardan ve evresellikten bahsetti yer yer..

Sonra bir haber geldi. Yeni Zellanda’da Nur Camii’ne saldırı.. 50 ölü.

Çok garip öyle değil mi? İnsan (?), neden farklı olanı öldürmek ister?
Bugün günün başından ortasına kadar arka planda farklılık ve farklılıklara saygıyı düşünürken günün merkezine bomba gibi düşmüştü bu haber benim için.

Çeşitli tepkileri okudum sonrasında.. Misli ile yanıt verilesi, Müslümanlar da tez vakitte Hristiyanları öldüresii, yok tarih öyle değil böyle yazılası.. Bir sürü ıvır zıvır..

Tepkileri veren kişiler ile zihniyet açısında çok farklı göremiyorum insanı öldüren zihniyeti.
Ve çözüm bu zihniyetin kendisinde eğer merak edersen.

Şort giyen kızın otobüste saldırıya uğraması ile, Müslümanların camiide katledilmesi ile, derisinin rengi farklı olduğu için 2.sınıf insan muamalesi yapan zihniyetle bugünki zalimler arasında hiçbir fark yok bana göre.

Farklı olanı kabullenememe, aşırı nefret ve tahammülsüzlüğün sonucu bu.
Ya da bizim gibi olmayana karşı içimizde, bilmediğimiz bir yerlerde olan korkunun sonucu.

Ne şortlu kızın, ne uzun etekli başı örtülünün, ne siyahinin ne de hristiyanın bir farkı yok bu evrende.
Nasıl davranacağını merak ettiği için seni içine attığı bir oyundur belki ? Değil mi?

Çözüm yine bizde.. Bence çok çalışarak kişiden, çocuktan, aileden toplumdan, ülkeden büyüyerek gelişen bir etki uyandırabiliriz. Önce kalben bunu hissedip, çocukların kulaklarına “farklı olan renktir, o renge bulan” diye fısıldayacağız.

Önce çocuklar, okullarında gözlüklü olana, daha yavaş koşana, saçları turuncu renklilere gülünecek hiçbir şey olmadığını anlayacak.
Sonra büyüyüp bulundukları toplumda ve ülkelerinde kelebek etkisine devam edebilecekler. .  .
Edebilmeliyiz.

Sen de bir etki oluştur.

Haziran 24, 2018

Yıldız Seçimlerinden İçimin hissettiklerine


Sevgili Blog,
Naber?
Sağol elhamdüllillah ben de iyiyim. İşler güçler koşturuyoruz. Şimdi bir çam ağacının altında, kırmızı bir uçurtmanın ekrana yansıması ve aşırı rüzgardan şalımın gözüme girmesi halleriyle yazıyorum. Çok şükür, halimizden şikayetimiz yok :P

Bloga yazı atmayı seviyorum , çokça konu da birikiyor ama yoğun iş temposu buna her zaman izin de vermiyor. Şimdi bir fırsatı, bir nefes anını bulup içimde birikenleri yazmak vakti. .

Dün itibariyle Geleceğimin Teknoloji Yıldızları seçmelerini tamamladık. Soru hazırlığı, düzenlemeleri, gözetmenliği, sıralaması, proje konu seçimi, organizasyonu derken epey çalıştık. Dün de eğitime seçilecek yıldızlarımıza en yakın olduğumuz gündü.

Belki yazılanlar ve kelimeler çok klişe gelecek şimdi okurken ama benim içimin baharını bilen bilir. O içimdeki bahar ile çocukları nasıl gördüğümü de bilen bilir. ( yani yazar diyorki, istediğim klişeyi kullanırım, neö var? 😊 )

Saatler 9’a yaklaşırken biz de alana doğru ilerliyorduk. İlk ekran görüntüsünü orada aldı zihnim. Bir baba ve oğlu alanın nerede olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Ve tabiki ''bir telaş gördüm sanki’’😊 O an da içimde sevinçli bir sıcaklık oluşurken, bir ses duydum pek sevdiğim. ‘’ Telaş yapma baba, daha 1 saat var’’.  Evet, artık gençler sakinleştiriyordu ebeveynleri.

Yolumuzda ilerledik.. Alana doğru giden anneli- oğullu, babalı- kızlı , kardeşli ve büyük aileli topluluklar da ilerliyordu. Çocukların heyecanını, biraz stresini, umutlarını, hedeflerini, gözlerindeki ışıltıyı, ellerindeki teri, ben de içimde hissediyordum sanki.. Ve en sevdiğim şeydi, bisürü güzel duyguyu eş zamanlı yaşamak.. Bi yerlerde uyuşmuş hücrelerim falan vardıysa hepsini birden ayağa kaldırıyor, sanki elinde meşale taşıyor gibi koşturuyordu bu duygu karışımı.

Alana birikmiş koca bir topluluk.. Hepsi çocuğunun en hızlı şekilde içeri geçmesini istiyordu.. Ve en sorunsuz şekilde.. Ve hiç beklemeden.. Ve sakince sırasını bekleyen çocuklarını hafif dürterek : ) O da güzeldi, herkesin gayesi kendileri kadar temizdi.. Ülkede hazırlanan eğitim şansına, çalışmalarıyla umut vaad eden çocuklarını dahil edebilmekti.. Bunu görmek kalbime bir ağrı da saplatıyordu bir yandan, ‘’Allahım hikmetli kararlar alarak seçelim yıldızlarımızı ve Güç ver en iyi eğitimi hazırlayalım onlar için’’ default bir dua olarak süzülüyordu içime.

İçeri girdik.. Koca bir alan, minicik çocuklar.. Ellerinde evinden getirdiği geri dönüşüm ürünleri, zihinlerinde ipucu verilmiş konuya dair fikirler ve gözlerinde pırıltı.. Her çocuğun gözünde nasıl oluyor bu pırıltı? Görünmüyor ya hani yetişkinlerde, nedenki..

Vakit geldi, süre başladı.. Eller motor, pil ve kablolar ile kesilen pipetlerde, kürdan takılan plastik kapaklar arasında dolaşmaya başladı.. Çoğu gayet rahattı, evindeki çalışma masasında çalışıyormuşçasına.. Kimi biraz gözleri dolu.. Ve ben, tabi ki, hemen bulurdum gözleri dolu olanı..

Gözyaşı donakalmış bir elagözün yanına yaklaştım.. Ben yapamam dedi, takamam bu motoru.. Bilmiyorum ki nasıl yapacağımı.. Sohbet ettik, amann dedim boşver projeyi : )) Biraz konuşunca, önemli olan kurabilmen değil ama fikirlerini duymayı çok istiyorum deyince, daha çok zamanımız var, birlikte yemek yiyeceğiz, sonra biraz da resim çizeceğiz hatta deyince tekrar döndü malzemelerin başına.. Ve devam etti sonuna kadar..

Bir başka gözü yaşlı daha buldum iki bin öğrencinin arasında.. Ben bilmiyorum nasıl yapacağımı dedi.. Yine kenara ittik projeyi.. Hangi oyuncakları seversin dedim? Top oynamayı dedi.. Başka var mı sevdiğin diye sordum, bi de pateni severim dedi.. Resim çizmeyi de sever misin dedim.. Çizerim dedi, o zaman projeni önce çiz sonra başlarsın olur mu diye sordum, onaylayınca yanından ayrıldım.. Belki 10 dk sonra tekrar geldi yanıma, çıkmak istediğini söyledi.. Annesiyle haberleşip çıkışa getirdim.. Sınavda -hani o ellerimizle hazırladığımız zor sınavda- 18. Olmuş meğer.. İçimde bir hüzünle, daha fazla kalması için zorlamadan tercihi ona bıraktım.. Seneye muhakkak yine görmek istediğimi söyledim, inşallah yine görebilirim ..

Değerlendirmeler başlayınca, devresini kuramayan bi sürü çocuk geldi karşımıza.. Ama çokça anlattı aracının özelliklerini.. Projeyi çok güzel araştırmıştı belli.. Dinlerken içimizi de kıpırdattı.. Bu kadar güzel araştıran, emek veren, fikir oluşturan, tasarlayan, yaşına rağmen bu büyük organizasyonda, bu büyük salonda o çalışmasını minicik elleriyle tamamlayan, karşımıza gelip sunan, kendini özgüvenle ifade eden, umut veren, ruh aydınlatan tüm ‘’geleceğimin yıldızlarını’’ dinledik..

Kimi devreyi hiç kuramamış, kimi anahtarı kullanamamış kabloyu takınca ilerletebilmiş, kimi kabloyu sabitleyip pil yatağını çıkararak devreyi tasarlamış birsürü öğrenci vardı.. Değerlendirirken 5 farklı kriter vardı ve devre kurabilmek bunlardan sadece 1 tanesiydi.. Hatta diğer çalışmayı da dikkate alırsak öğrenciyi %10 oranında etkiliyordu.. Hele hele devre elemanlarından birini kullanamamak ~anahtar mesela ~ öğrenciyi %2 etkiliyordu..

Yani devreyi kuramayan asla kaybetmiyordu..Ama vazgeçen için durum öyle değildi.
Kendimi düşündüm, verilen malzemeyi kullanmayı bilmesem çıkmak isteyebilirdim.. Ya da çoğunu bilip anahtarı takamasam morelim çok bozulurdu.. Hadi diyelim direndim sınavdan çıkmadım, açıklayabilir miydim acaba kendimi o morelle?

Bu önemli bir bakış açısı sanki hayatı gördüğümüz.. Daha önce deneyimlemediğimiz bir zorlukla karşılaştığımızda pes mi ediyoruz, yoksa ‘’deneyeceğim, dur bakalım.. Şunu da bilmiyorum ama hadi bu da böyle olsun, yeter ki ben gönlümdekini bir anlatayım’’ mı diyoruz?

Yakın zamanda izlediğim bir videoyu paylaşmak istiyorum tam bu noktada
Ted Talks- Self Confident

Özgüvenle ilgili bu konuşmada Amerikan futbol takıma çocuklarını dahil etmek isteyen ailelerin sorusuyla başlıyor.. Çocuğum takıma girmek için ne yapmalı? En iyi yaptığı şeyi soruyor koç hemen.. Hızlı koşar, alanı çok iyi görür, sol ayağı çok iyidir gibi yorumlar geliyor ailelerden.. 
Koç ise şunu ifade ediyor, aradığım şey ‘’özgüven’’. Bu yetenek olmadan soccer takımda hiçizdir diyor.. ‘’bu yetenek olmadan’’.. Çünkü ‘’kendine olan görüş ve inancını kaybedersen, işimiz bitti demektir.’’ 
Peki nedir özgüven ; ne zorlukta ya da ne biçimde olursa olsun herhangi bir görevi tamamlamak adına kendimize olan inancımız. Bunu gerçekleştirmenin yolu olarak ise ‘’tekrarlama- pratik yapmak’’ ve ‘’zihnimizdeki negatif söylemleri durdurmak’’ olarak ifade ediyor.. 
Etrafımızda yeterince ‘’ yapamayacağımıza’’ dair söylemler duyuyoruz.. Fakat biz niye söylüyoruz bunları kendimize? Düşüncelerin, eylemleri etkilediğini bile bile niye durdurmuyoruz bu mikroplu yapamazsın fikrini.. Neden kendi söylememizi dolaştırmıyoruz zihinlerimizde? ‘’Ben çok iyiyim. ‘’ ‘’Kendi gemimim kaptanıyım’’ , ‘’yapabilirim’’ , ‘’elimden geleni yapmadan gitmiyorum hiçbir yere!’’


Bazen düşüyoruz, içimizdeki ‘’yapamazsın’’cılar da tam o zaman ayağa kalkıyor. Sonra fark ediyoruz ki vazgeçince kaybetmişiz bir anda.. 

Şimdi temizliyoruz zihindeki o söylemleri.. Kendimizinkini yerleştiriyoruz. ‘’İçimdeki coşkuya inanıyorum, sonuna kadar devam ediyorum’’ Ve Nil’e Hayat Dersleri kitabındaki ifade ile ‘’Hazırlayın atları, yola koyuluyoruz!’’