Merhaba
Hola!
Hi!
Essalamun Aleyküm
Yine internasyonal ruhum, internasyonel bir giriş yaptı.
Izdıraplı, acılı, vah vahlı, tüh tühlü bir konu var bir bulut gibi tepemde
ayrılmayan.
Onu yazacağım.
Gün geçmiyor ki Türklerdeki o yaygın korku ve kaygı kültürüne tanıklık
etmeyeyim, umutsuz sahneler görmeyeyim. Aslında tüm konular için geçerli olan
bu korku kültürü, şuanda benim için gündem olan hamilelik için çok geçerli.
Çok çok öncesinde her şey şöyle başlamıştı:
-Ahhh, annelik. Dünyanın en güzel duygusu.
-Onu kucağıma verdikleri an, bu duygunun eşi benzeri yok.
-Hayatım ondan önce tatsızmış, şimdi tek önceliğim ve tadım o.
Bu zamanlarda, “he tabi, güzel bişey ya, çocuk dediğin sevimli bir varlık,
doğrudur, aynen ablacım, aynen kardaşım” idi içimden geçenler..
Amma velakin.. O haberi aldığım andan itibaren hiçbir şey ve hiç kimse
eskisi gibi olmadı. Cümleler kendini değiştirdi ve şu hale büründü:
-İyi iyi, uykunu bol al, bi daha şansın olmayacak.
-Kusmaya bi başla, dünyanın kaç bucak olduğunu göreceksin.
-Ah o bel ağrıları..
-Ben 2. Ayda bir başladım, 6. Aya kadar kusa kusa geberdim.
-Son üç ay 6 tane yastıkla yatıyordum.
-Ben tam 18 saatte doğurdum!
-BU DAHA İYİ GÜNLERİN!
Hmm.. Demek öyle, demek 1.Korku Kültürü Gebelik Muharebesi başladı. Demek,
istediğiniz şey bu. MUHAREBE ACCEPTED CİGERİM!
İnsanlar ve konuştukları bu cümleleri uzaktan dinledim, daha doğrusu çok
yakınlarında, ta diplerinde otururken onlara çok uzaktım, ama fark etmediler.
Evet bu yeni tecrübe edeceğimiz yolculukta bilmediğimiz ve daha önce
tecrübe etmediğimiz pek çok şey yaşayacağız. İlkokula başladığımız ilk gün
kadar yeni, başka bir okulda projeye katıldığımız gün kadar yeni, bir işe
girdiğimiz o an kadar yeni, yabancı bir ülkede aylarca yaşadığımız o vakit
kadar yeni bir tecrübe. Fakat, her şeyde olduğu gibi, bu yeni konuda da,
deneyimlerimizi yine bizim onlara yaklaşımımız şekillendirmeyecek mi? Korku,
endişe, tedirginlikle mi yaklaşıyor olacağız? Süreci öfkemiz, şikayetlerimizle
mi geçireceğiz? Yoksa kabul ederek, severek ve isteyerek mi?
Her an yaşıyoruz, her an yeni deneyimler katıyoruz. Her anı tüm
korku-tedirginlik-ah vah- yazık tühle mi geçirmeyi tercih ediyoruz? Yoksa yeni
bir öğrenme olarak mı görüyoruz? Yürümeye ilk başlayan bir bebenin, ilk adımı
attığındaki heyecan ve mutlulukla mı karşılıyoruz yoksa?
Konunun biraz biyolojisine girelim hatta. Bir kan pulcuğundan yaşam
başlıyor, bir insanın vücudundan, bir insanı yaratmak için. Bir susam tanesi kadarken
büyüyor, büyüyor ve dünyaya geliyor. Bir kan pulcuğunun 3’e bölünmesi, iç-dış-sinirleri
oluşturması için ayrılması ve özelleşmesi, daha üzüm tanesi kadarken tüm
organlarının gelişmesi, her gün yeni bir özellikle kendini güncelleyerek parmak
izi, kaş kirpik, diş oyukları oluşturması, kalbinin taaaa en başlardayken güm
güm güm diye atması.. Yeterince mucizevi gelmiyor mu kulağa? Daha şok edici ve
düşündükçe baş ağrısı yapan yanı ise, tüm bunların yine bir başka insanın
vücudunda olması hiç mi mucizevi gelmiyor? Vücutta tüm bunlar olurken, bırakın
mide bulantısını, yataktan kalkmadan beklemek zorunda kalabilirdik farkında
mıyız? Allah ne kadar merhametli. Biz, içimizde bir canlının oluşması için
ekstra hiçbir şey yapmazken, O bizi hayatımıza devam ettirecek kadar da rahat
ettiriyor. Hala O’nun nimetlerini inkar edip, şikayet mi edeceğiz? Yok, bence o
kafanızı değiştirin.
Bu toplumsal aktarılan kültür bizimle birlikte devam edecektir muhakkak..
Hamilelik boyunca bir haftamızın diğerinden daha kötü olacağına bizi
inandırmaya çalışan güruhtan bahsediyorum.
Ağızlarında hep “bu daha iyi
günlerin!” sloganı olacak. Siz “eeee bacım sonraaaa” deseniz de hep aynı şeyi
diyecek. Her günümüz güzel geçerken, onlar hep ilerdeki günün kötü olacağını
demeye çalışacak bize. Ama hamd ile, her günümüz hakkaten “daha iyi günlerim
oldu yav.. Ehe, bugün de daha daha iyi günüm oldu.” diyeceğiz bıyıkaltı
gülerek.
Aldığınız kilo ona dert olacak, çatlaklarınız ya da selülitleriniz bir
başkası ile konuşmak için önemli bir konusu haline gelecek. Yok canım dedikodu
yapmayacaklar, olanı konuşuyorlar.
Kimsenin, kimseyi olduğu gibi kabul etmediği, enerjilerin kuantumların kafa
yapılarını değiştirmeyi başaramadığı Türk kültürünü, kendimden başlayarak
değiştiriyorum.
Canım üniversitemin kattığı inguluççe sayesinde, sadece yurtdışındakileri
dinliyorum. Bizim memleketlerde “gavur” diye tabir edilen bir kadının doğum ve
emzirme süreciyle ilgili söylediği cümle, onlarca “Müslüman” kadından duyduğumdan
daha güzel ; “Çok mutluyum. Vücudum bir bebeğin gelişmesine izin verdi, hatta
onu emzirebildim bile. Bu inanılmaz bir mucize”.
Kültürden ve konudan çok bağımsızca soruyorum: Ne zaman gerçek bir Müslüman
gibi davranmayı öğrenebileceğiz? Bir “gavur” kadar olmayı başarabileceğiz
mesela. Şimdi dön ve bunu sor kendine.
Selametle.