Şermin Çarkacının ev yapımı sihirli değnek kitabını yakın
zamanda okudum. Bazen vay be ne kadar aynıyız dedim, bazen bayağı bayağı aynı
düşünüyoruz dedim J Bu yazıda kitabın analizini yapmayacağım ama
kendimden örnekler de vererek ev yapımı sihirli değneğime nasıl ulaştığımı
anlatmaya çalışacağım.
Aslında bana göre sihirli değnek farkındalık ile başlıyor.
Hayatın, ömrün, sizi sıkan şeylerin, kültürün, insanların,çeşitliliğin
farkında olmak.. Aydınlanmak neymiş o zaman anlıyor insan. Farkındalık, herkes
için farklı olaylarda başlayabilir bence. Kimi için yeni gerçekleştirdiği
doğum, kimi için yeni atlattığı bir hastalık ya da kimi için yer değiştirmek.
Benimki daha öncesinde başladı ama en açıkça gözüktüğü şey yer değişikliği
oldu.
Detaylıca düşündüm neden etkiler yer değişikliği diye. Çünkü
; yalnızsın, bambaşka bir kültür
içindesin, bir metroya bindiğinde 8 farklı ülke insanıyla yolculuk yapıyorsun,
(eğer anadilin değilse) her konuşulanı
anlamıyorsun, yani az duyup az konuşup çok düşünüyorsun. Sadece düşünmek de
değil, tüm duyuların daha açık oluyor. Bir de kısıtlı zaman eklenince tüm
bunlara, alıcıların apaçık oluveriyor.
Şermin Çarkacının kitabında vermeye çalıştığı mesaj ile benim
Erasmusda düşündüklerim birebir aynıydı. Birincisi kısıtlı bir zamanım ve
değerlendirmem gereken fazlaca şey vardı. Kütüphane, bahçeler, müzeler,
düzenlenen eventler, gözlemlenecek çocuklar. Tüm bunları yapmak için de erken
kalkmak, zamanı verimli kullanmak, anı yaşamak ve anı hissetmek gerekiyordu.
Tamam bu iyiydi ama ben başka bişey düşündüm. Ömür? Ömür de kısıtlı değil
mi?Üstelik sonunu da bilmiyoruz. Yaşadığım, üzerinde bulunduğum an kısıtlı ve
geçiyor. O zaman verimli kullanmam lazım. Ömür ilerlerken dönüp baktığımda,
bugünü dünden bir adım öteye götürmem, bir işi bırakıp diğerine atılmam, emek
vermem gerekiyordu.
İngilterede birbirinden farklı olaylar yaşadım ama beni en
çok etkileyen sorunlara karşı tepkileriydi. Durduk yere metrolar
çalışmayabiliyor, trenler kalkmıyor, evrakları alabilmek zaman alıyordu. Ama bu
insanlar sorun üzerinde saatlerce durmuyor, öfkesini ve nefretini görevliden
çıkarmıyor, taşa duvara tekme atmıyordu. Anında başka bir yol bulmaya çalışıyor
ve görevliye “teşekkür” ederek ayrılıyordu oradan. Çünkü zaman değerliydi.
Öfkeyle, mızırdanmakla geçirmeyecek kadar değerli. Sorun istersen o çok, seni
farklı kılacak olan üstesinden gelebilmen.
Ayrıca bazı şeyler de nasip. Tren yoksa, gidemiyorsan, çözüm
de bulamadıysan , demekki Nasip. Orada takılı kalıp, kör talihim diye
sızlanmanın bir faydası yok. Olmadı,
nasipseydi, olurdu, Allahın daha güzel bir planı vardı senin için o yüzden
şimdilik olmadı.
Bir de güzel şeyler sana gelmiyorsa sen onlara git mottosu
var. Ülkede güneş gözğkmediğinden, onun ayrı bir değeri var vatandaşlarca ^.^
Camı açtılar, güneş mi var, koşşş Green Parka. Bayağı sahilde güneşlenircesine
güneşleniyorlar. Harika değil mi? Öyle bu işler, güzeli gördüğün anda tut,
yakala, bırakma.
Neden zaman önemli, neden nasip, neden güzel şeylere gitmek
gerekiyor biliyor musun? Çünkü anı biriktiriyoruz. Yaşam anıları. Hayatı
kocaman bir albüm gibi düşün mesela. Hergüne bir anı koyuyoruz. Aileden, işten,
okuldan, arkadaştan ya da çocuktan.. Albüme eklediğin her anı değerli. Bu bazen
pencerenin önüne koyduğun çiçekle, bazen pişirdiğin kurabiyeyle, bazen bir iş
için döktüğün alınteri ile güzelleşecek. Belki, bazen gösterdiğin sabır ile,
bazen kriz çözme kabiliyetinle zenginleşecek. Sen uzat listeni uzatabildiğin
kadar.
Ben Cansu’nun Yaşam Anıları albümüne sıfır kilometre bir
benlikle başladım. Bu yazıyı da kendime yazdım, herkes okusun diye.. Sen de
başla albümüne..